Kategori arşivi: Eğitim

Entel-dantel, Fatih Sultan Mehmet, Victor Hugo ve Ekonomik Gelişme

Türkiye’de entellektüellerle  alay edilir.  “Entel” lakabı takılan ve “Entel-dantel” denilerek alay edilen, topluma yabancı olduğu düşünülünen bir insan tipidir Türk entellektüeli.

“Entel” lakabı entellektüel’in kısaltmasıdır.  Entellektüel, Türkçe’ye  İngilizce “intellectual” kelimesinden  girmiştir.  “Intellectual” zeki, akıllı ve bilgili anlamına geldiği iҫin, “entel” kelimesi, aklını kullanan, eğitimli, aydın insan demektir.   Okuyan, düşünen, aklını kullanan, fikirleri, felsefeleri  karşılaştıran, analiz yapabilen, fikir üreten, bilimsel metodu bilen, tarih ve sanat bilgisi derin entellektüel insanlar bir ülkenin düşünce liderleridirler.

Her toplumda olduğu gibi, Türkiye’de de gerҫek anlamda entellektüel olmayan, fakat kendisine entellektüel havası vermeye ҫalışan insanlar tabii ki vardır.  Ayrıca, sahte olmayan, gercek Türk entellektüellerinin bile ne kadar üretken oldukları,  ülke ve dünya iҫin ne ölҫüde fikir ve bilgi üretebildikleri, topluma ne ölҫüde yol gösterici oldukları tartışılır.

Fakat  Türkiye’de entellektüeller, üretken olmadıkları iҫin değil, sıra dışı oldukları, herkes gibi olmadıkları iҫin küҫük görülürler.  Entellektüel, ya da “entel benzeri” insanlar Türkiye’de kolayca alay konusu olabilirler.  Örneğin, yabancı dil bilmeyen bir politikacı,  rakibi olan, üç  yabancı dil konuşan ve eğitimli başka bir politikacının yabancı dil bilmesi ile alay etmenin halk tarafından olumlu karşılanacağını düşünebilir ve haklı ҫıkabilir.

 Öte yandan, eğitim ile, bilgi birikimi ile, düşünce ve zeka ile alay etmek, cehalet ve aptallık ile övünmek anlamına gelir.

Tarihimizde bu durumun hep böyle olmadığını, tam tersine, bilgili, okumuş, entellektüel insanlara toplumun ve liderlik durumunda olanların değer verdiklerini biliyoruz.  Bunun en iyi örneklerinden biri, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Istanbul’u fethinden sonra şehre girerken kendisine verilen ҫiҫeklerin öğretmeni  Akşemsettin’e verilmesini istemesi, ve bir tevatüre göre, Akşemsettin’in atının ayağından sıçrayan  çamurun kaftanını kirletmesi üzerine, “Hocamızın atının ayağından çıkan çamur  bizim kaftanımızı kirletmez.  Öldüğümde tabutumu bu kaftanla örtün” diye vasiyet etmesidir.  Atatürk’ün bilime, sanata çok önem veren, okuyan, düşünen bir entellektüel olduğunu, ve Türkiye’nin entellektüel yapısını güçlendirmek için yaptığı çalışmaları  da biliyoruz.

Bilgiye, eğitime, yaratıcılığa, sanata önem veren bir kültürün, zaman iҫinde değişerek neden bilgi ve eğitimi değil, tam tersine cehaleti  takdir eden duruma geldiğini ve durumun kimlerin işine yaradığını  tartışmak önemli olsa da, daha önemli olan konu şudur: Entellektüellik ile, yani akıl, zeka ve bilgi ile alay eden bir toplumun ekonomik açıdan üretken olamayacağını, ve dolayısıyla fikir üreten “entel” ülkelerin arkasından kör-topal gitme durumunda kalacağını bilmek gerekir.

 “Entel” insan yaratmak yerine, “entel” vatandaşı ile alay edip onu küҫük görmeye çalışan bir toplum, bilimde , teknolojide, sanatta başkalarını  takip ve kopya etmekten başka ҫaresi olmayan, uzun vadede gelişmiş “entel” ülkelerin prangasız kölesi olmaya mahkum, ve ortalama gelir seviyesi o ülkeler seviyesine yükselemeyecek toplumdur.

Bu durumun çok basit  bir örneği Türkiye ile Fransa’nin karşılaştırılmasıdır. Paris’in göbeğinde, Latin Mahallesi denen yerde, Fransız Devrimi’nden önce yapılmış, Pantheon adında görkemli bir bina vardır.  Kilise olarak yapılan ve yıllarca kilise olarak kullanılan bu muhteşem bina, daha sonra Fransızlar tarafından ülkenin önemli entellektüellerinin defnedildiği bir “Anıt Kabir” haline getirilmiştir.  Fransa’nın önemli düşünür, bilim insanı ve yazarlarının gömüldüğü  bir mekân olarak kullanılan bu binaya girince,  Emile Zola’dan Voltaire’e, Marie Curie’den  Jean-Jacques Rousseau’ya ve Victor Hugo’ya kadar bir ҫok Fransız entellektüelinin binanın iҫindeki anıt mezarları, bu insanların Fransızlar iҫin ne derece önemli olduğu gerçeğini gösterir.

Kendi “Entel” insanına değer veren, kendi çocuğunun cahil değil entellektüel olmasını arzu eden toplum ise, araştırmaya, düşünmeye, tartışmaya, üretmeye, yeniliğe açık olur.    Böylelikle, o toplum dünyaca önemli sanatҫılar, bilim insanları, filozoflar üretir ve bu durum ülke insanının refahına da yansır.   Örnek: Türkiye’de şu ana kadar Nobel Ödülü alan bir kişi vardır (yazar Orhan Pamuk).  Fransa ise ekonomiden fiziğe, edebiyattan tıbba ve kimyaya kadar değişik alanlarda 67 Nobel ödüllü insan yaratmış durumdadır.  Bunun sonucu, Turkiye’de kişi başına gelir $10,000 iken, Fransa’da kişi başına gelir 43,000 dolardır.  Türkiye’de her doğan 1,000 bebekten 17’si ölürken Fransa’da her 1,000 bebekten sadece 4’ü hayatını kaybetmektedir.  Türkiye’de insan ömrü Fransa’dan 7 yıl daha azdır.  Diğer bir deyişle, neresinden bakarsanız bakın, Fransız insanının refahı, Türk insanından çok daha yüksektir.

Bu durumdan ҫıkış yolu var mıdır?  Tabii vardır.  Kültür değişimi sanıldığı kadar zor olmayan bir olgudur.  Toplumun liderlerinin etkisi ile ve eğitim sisteminde yapılacak bir-iki değişiklik ile bu ҫok gerekli değişimin kıvılcımı yaratılabilir.

Bunun pratikte nasıl yapılabileceğini (örnegin, ilkokuldan başlayarak uygulanması gereken basit fakat etkili bir projeyi, ve bazı seçkin lise ve üniversitelerde Türkiye’nin entellektüel  liderliğini yapacak yeni insan tipinin nasıl yetiştirilebileceğini) bundan sonraki iki yazıda açacağım.

İnsanlar Neden Eğitim Almıyorlar?

Bir önceki yazıda, eğitimin  çalışanların  gelirini önemli ölçűde artırdığından bahsetmiştim.  Alınan her bir yıl eğitim, insanların gelirini ortalama olarak, kalkınmış űlkelerde 10 %,  dar gelirli ülkelerde ise %15 oranında artırıyor.  Eğitim eğer bireylerin beşeri sermayelerine ve dolayısıyla kazançlarına bu derece etkiliyse, az eğitimli insanlar (ve az eğitimli űlkeler) neden eğitimlerini artırmıyorlar? Bu sorunun cevabının ardında, aşağıda önem sırası olmaksızın sıralanmış, en az 4 neden bulunmaktadır.

1) Bu nedenlerden ilki bilgi problemidir. Çoğu insan, özellikle yoksul ve az eğitimli kişiler, daha fazla eğitim almanın onların gelirlerini önemli şekilde artıracağından habersizdir. Her ne kadar, eğitimli insanların az eğitimli olanlara nazaran daha fazla gelir sahibi olduğu bilinse de, eğitimdeki az bir artışın gelirleri ne kadar yűkselteceğini anlayamak zordur. Örneğin, ortaokul mezunu bir kişinin bir tıp doktorundan daha az gelir sahibi olduğu bilinir, ama ortaokul mezunu o kişinin eğer lise diploması olsa idi, ne kadar daha fazla geliri olurdu? Bunu bilmek daha zordur. Bilimsel araştırmalardan elde edilen sonuçlar gösteriyor ki, gençler, liseyi bitirmiş olmaları halinde gelirlerinin ne kadar artacağının farkında değiller. Eğer, lise diplomasının gelir artışı sağladığına dair bilgi onlara verilirse, lise bitirme eğilimlerinin arttığı gözleniyor. Aynı şekilde, araştırmalar gösteriyor ki eğer anne ve babalar eğitimin getirisi hakkında bilgilendirilirlerse, onların çocuklarının okula devamlılığı ve sınavlarda başarıları yükseliyor.  Bu yűzden, gelişmekte olan űlkelerde, eğitime olan talebi artırmanın bir yolu, eğitimin gelirlere olan etkisi hakkinda insanları bilgi sahibi yapmak.

2) İkinci sorun ise eğitim karşıtı kültür. Bazı toplumlar eğitime, eleştirel düşünmeye ve aydın olmaya yatkın bir kültüre sahipken, bazı toplumlarda tam tersi bir durum geçerlidir. Farklı ülkelerde bulunmuş bir dikkatli gözlemci, eğitime yakın ve eğitime uzak kűltűrlű ülkeleri kolaylıkla ayırdedebilir. Göstergeler oldukça belirgindir. Eğitim yanlısı ülkelerde, şairlerin ve bilim insanlarının isimlerinin sokaklara ve meydanlara verildiğini görebilirsiniz. Topluma açık alanlarda filozofların, sanatçıların, bilim insanlarının ve yazarların heykellerine rastlarsınız. Eğitim karşıtı kűltűre sahip ülkelerde ise, sokak isimlerinin o űlkenin savaş kahramanlarından oluştuğunu, parklarda sanatçılarin değil siyasetçilerin heykellerini görűrsűnűz. İlk gruptaki ülkelerde her yerde kitapçılar görsűnűz ve  insanların evlerinde kütüphaneler ya da kitap koleksiyonları olduğunu gözlemlersiniz. Bu űlkelerde çoğu semtte kűtűphane vardır ve o semtin sakinleri tarafından kullanılır. İkinci gruba dahil olan ülkelerdeki ortalama insan için kitap ve kűtűphane önemli bir kavram değildir.  İlk gruptaki ülkelerde sanat ve bilim müzeleri sosyal hayatın önemli kurumları iken, ikinci gruptaki ülkelerde çoğu insan ömrü boyunca bir müzenin kapısından içeri adım atmayacaktır.

Sonuç olarak, bir ülkenin kültürel yapısının, o űlke insanının eğitime olan talebi üzerinde  etkisi vardır.  Bu, kötü bir haber gibi gözűkűyor.   Çünkü kültürün değişmeyeceği, değişse bile çok yavaş evrim geçireceğini düşünülűr. Bu inanış tamamen doğru değildir. Ekonomistlerin son zamanlarda gösterdikeri gibi eğer ekonomik, siyasi ve kurumsal çevre değişirse, toplumların kültürel benlikleri de değişir. Bu önemli noktayı ilerki yazılarımda açacağım.

3) İnsanlar eğitimin getirisi konusunda olabildiğince bilgili olsalar ve kültürel mirasları onları eğitime yatkın yapsa bile, bazı durumlarda daha fazla eğitim almamak en iyi seçenek olabilir. Daha fazla eğitimin beşeri sermayeyi ve kazancı artırdığı doğrudur. Ancak herhangi diğer bir yatırım gibi, beşeri sermayeye yapılan yatırımın da bir takım maliyetleri vardır. Őrneğin, eğer insanların yaşam süreleri kısaysa, eğitim iyi bir yatırım olmayabilir. Çünkü bu durumda, eğitiminin finansal getirisi sağlayacak zaman dilimi (eğitim sonu ile emeklilik arası yıllar) kısadır.

Ortalama yaşam süresi 50 yıl olan ve insanların 43 yaşında emekli olduğu bir ülke düşünün (Dünya üzerinde bu kadar düşük yaşam süresi sahip űlker var.  Őrnekler: Nijerya, Kamerun ve Fildişi Sahili). Böyle bir űlkede, ilkokul eğitimini 13 yaşında tamamlamış bir insan düşünün. Bu insan, iş gücü piyasasında 43 yaşında emekli olana kadar, 30 yıl çalışabilir. Eğer bir ilkokul mezununun yıllık kazancı 5,000 dolar ise, ömür boyunca kazanacağı ücret (zaman diskontunu göz ardı ederek) 5,000 kere 30, yani 150,000 dolar olacaktır.

Şimdi bu insanın 6 yıl daha okula devam ettiğini var sayalım. Bu 6 senelik ilave eğitimi tamamladıktan sonra yıllık gelirin 6,000 dolar olduğunu dűşűnelim. Bu insan, eğitimine 6 yıl daha devam ettiği için okulu bitirdiği zaman yaşı 19 olurdu. Bu demek oluyor ki, emekli olana kadar 24 yıl çalışacak vakti vardır (19-43 yaşları arasında), ve bu durumda elde edeceği toplam gelir 6,000 $ x 24 = 144,000 dolardır. Bu örnekteki insan için, 6 yıl daha fazla eğitim almaya değmez çünkü bu ekstra 6 yıllık eğitimin fırsat maliyeti (okula giderken kaybedilen gelir) okulu bitirdikten sonra elde edilecek finansal kazançtan daha fazladır.

Eğer emeklilik yaşı 43 değil de daha yűksek olsaydı (53 gibi), çalışanların önűnde, okula giderek yapılan yatırımın karşılığını alacak daha uzun sűre olacağından, eğitim makul bir yatırım olurdu.

Görüldüğü üzere, çalışma hayatı sűresi kısa ise, daha fazla eğitim almak ekonomik açıdan mantıklı değildir. Eğer kişinin yaşam süresi beklentisi kısaysa ve bulaşıcı hastalıklar, şiddet, savaş, gibi nedenlerden dolayı ölüm ihtimali yüksekse, ya da genç yaşta emeklilik gibi bir sebeple çalışma hayatı sűresi kısalırsa,  eğitime yatırım yapmak eğilimi az olur.

4) Dördüncü sorun maddi zorluk ve eğitim arzı yetersizliğidir. Eğer eğitim almak maddi bakımdan engelleyici ise, insanların eğitime talebi olmaz. Eğitim ücreti, kitaplar ya da öğretim materyalleri öğrencinin ve ailesinin gelir düzeyine oranla yüklü bir miktarda ise, (eğitimin getirisi yűksek olsa bile) eğitim talebi dűşűk olur.  Eğitim bedava olsa dahi, okulda harcanan zaman, o kişiyi para kazanmaktan alıkoyar.  Bu durum, okul parasız olsa bile, eğitime yapılan yatırımın, özellikle lise ve üniversite öğrencileri için masraflı bir yatırım olabileceğini gösterir. Bunu şöyle de dűşűnebiliriz: Bir iş alanına yatırım yapmak isteyen, ve yapacağı bu yatırımın getirisinin yűksek olacağına inanan bir işadamı, bu yatırım için gerekli finansmanı bulamazsa, yatırım gerçekleşmeyecek ve hesaplanan getiri elde edilemeyecektir.

Bir toplumda eğitime talep olmasına rağmen, bazı durumlarda, özel sektör, ya da devlet kurumları tarafından arz edilen eğitim miktarı, talebi karşılamayabilir.

Eğitimin, neden devlet veya özel sektör tarafından yetersiz olarak sağlandığı, ve maddi durumu yetersiz ögrenciler hakkında ne yapılması gerektiği ayrı bir yazımın konusu olacak.  Cevabın içeriğinde, toplumdaki insanlar adına (onların vekili olarak) görev yapan siyasetçilerin motivasyonları, ve finans ve kredi piyasalarındaki problemler gibi konular olacak. Bu çerçevede, “Neden temel eğitim çoğu ülkede zorunlu?”, “Eğitim herkes için parasız mı olmalı?”, “Bankacılık sektörü ve kredi piyasası eğitimdeki aksaklıkları çözebilir mi? gibi soruların cevabını vereceğim.

Eğitim, Verimlilik ve Bireysel Kazanç

Bir önceki yazıda,  űlkedeki eğitim dűzeyinin artmasının o űlkenin gelir dűzeyine doğrudan ve olumlu etkisi olduğunu yazdım. Ancak, ülkeler bireylerin toplamıdır ve “ülke geliri ” bu bireyler tarafından üretilen ürün ve hizmet değerlerinin ta kendisidir. Yani, meselenin temelinde yatan soru, bireyler daha eğitimli olduklarında onların ekonomik üretkenliklerinin ve kişisel gelirlerinin artıp artmağıdır.

Bir işte çalışan insanların gelirleri ile onların eğitimlerinin ilişkisini  incelediğimizde, eğitimli kişilerin gelir düzeylerinin az eğitimli olanlara kıyasla  her zaman daha yüksek olduğunu buluyoruz. Bu bulgu çoğu insan için şaşırtıcı olmayabilir.  Fakat,  eğitim yükseldikçe elde edilen gelirdeki artışın  boyutu şaşırtıcı olabilir.

Aşağıdaki iki grafik, yüksek gelirli bir ülke olan ABD ile, gelişme sürecinde bir ülke olan Türkiye’ de farklı eğitim seviyesine sahip insanların 2010 yılındaki ortalama brüt ücretlerini  gösteriyor.

Blog2_WagesUSA_Turkish

Amerika eğitim düzeyi yüksek bir ülke iken (13.4 yıl) Türkiye’nin eğitim seviyesi Amerika’nın ancak yarısına denktir (6.6 yil).  Fakat, iki ülkede de daha fazla eğitimli insanların aldıkları űcretler, daha az eğitimli olanlara kıyasla daha yüksektir. Amerika’da lise diploması olmayan kişiler saati ortalama 12 dolara çalışırken, lise mezunlarının  ücreti %33 daha yüksektir (16 dolar).  Amerika’da űniversite mezunu olanların kazandığı saatlik ücret, lise mezunlarından %75 daha fazladır (28 dolar).  Yűksek lisans (Master ve doktora) sahibi insanların ortalama saat űcreti ise 35 dolardır.

Blog2_WagesTurk_EnglishAynı yapı Türkiye’de de vardır. Ortaokul düzeyinde ve daha az  öğretim almış bireylerin elde ettikleri saatlik ücret 5.1 TL iken, lise mezunlarının saat ücreti 6.4 TL, yani %25 daha fazladır. Teknik lise mezunlarının saat başı kazandıkları űcret, ortaokul ve daha dűşűk eğitimlilerden %50 daha yüksektir.   Tűrkiye’de űniversite mezunlarının ücretleri ise, lise mezunlarının iki katıdır.

Bunlar, ciddi farklılıklardır; ve, çalışanların maaş ve ücretlerinin onların eğitim düzeylerine göre bu şekilde farklılık göstermesi, dűnyanın her ülkesinde böyledir.  Çin’den İngiltere’ye, Endonezya’dan İsrail’e, bu yapı bütün ülkelerde mevcuttur.

Tabii burada sorulması gereken soru şudur: Ücretlerdeki bu farklar acaba gerçekten eğitimin etkisini mi yansıtır, yoksa başka bir olgunun mu göstergesidir?  Őrneğin, “belki de eğitimli insanlar, bağlantıları ve ilişkileri kuvvetli olan varlıklı ailelerden geliyorlardır.  Bu yüzden, bu tip varlıklı ailelerin çocukları, eğitim almasalar bile, aileleri sayesinde zaten daha fazla gelir sahibi olacaklardı” denebilir.  Eğer bu varsayım doğru ise, durum şudur: Varlıklı ailelerin çocukları, dar gelirli ailelerin çocuklarına oranla daha fazla eğitim alırlar, ve bu varlıklı çocuklar bűyűdűklerinde daha fazla gelir sahibi olurlar.  Fakat, ortaya çıkan bu gelir farkının sebebi eğitim değil, aileler arasindaki servet farkıdır.

Başka bir olasılık daha var. İnsanların zeka ve disiplin gibi özellikleri onların verimliliklerini ve kazançlarını olumlu etkiler.  Dolayisiyla, zeki ve disiplinli insanların bu özellikleri onların gelirlerinin yüksek olmasına sebep olur.  Őte yandan, daha zeki ve disiplinli bireyler okulda daha başarılı olmaya eğilimlidirler. Bu demek oluyor ki, zeki insanlar için okula gidip eğitim almak daha kolay olduğundan, zeki insanlarin eğitim seviyesi daha yüksek olacaktır.  Ve bu tip insanlar genelde daha verimli olduklarından maaş ve ücretleri de yüksek olacaktır. Eğer bu sav doğruysa, insanlar  daha uzun sűre okula gittikleri için değil, okulu bırakanlardan daha zeki oldukları için daha yüksek kazanç elde ediyorlar demektir.

Ekonomistler bu ve benzeri bir çok faktörűn etkilerini hesaba katarak yaptıkları analizler sonucunda, eğitimin kazançlar üzerindeki gerçek  etkisini ortaya çıkarmış durumdalar. Bu alanda yapılan araştırmaların ortaya çıkardığı sonuç sudur: İnsanların zeka düzeyi, azimleri, disiplinleri, ailelerinin serveti  ve kazançlarını etkileyebilecek olası tűm faktörleri hesaba kattıktan sonra, bir yıl daha fazla eğitim sahibi olmak, çalışanın gelirini ortalama %10 artırır.

Daha detaya inmek gerekirse: yaşları, cinsiyetleri, iş tecrübeleri, aile profilleri, zeka düzeyleri ve benzeri bir cok kişisel özellikleri, ve çalıştıkları endüstri alanı da aynı olan iki insanı ele alalım. Eğer bu insanlardan birincisi diğerinden 3 yıl daha fazla eğitim almış ise, aldığı ücret diğerinden %30 daha fazla olur. Bu, eğitimin ücretler üzerindeki direkt etkisidir.

Bu %10 luk getirinin sebebi, eğitimin insanlarin kognitif yeteneklerini (beyni daha iyi kullanarak  analiz yapabilme ve bilgi sahibi olma yeteneği) ve becerilerini geliştirmesidir. Sonuç olarak, daha eğitimli insanlar iş gücü piyasasında daha üretken olurlar ve daha yüksek gelir elde ederler.

Eğitimin maaşlar ve űcretler üzerindeki etkisi düşük gelirli ülkelerde daha fazladir. Gelişmekte olan ülkelerin çalışanları, okula gittikleri her bir yıl için, ücretlerinde %15 artış görürler.  Benzeri şekilde, eğitimin kadınların ücretleri űzerine olan etkisi, erkeklerin ücretleri űzerine olan etkisinden daha bűyűktűr.

Ayrıca, eğitimin getirisi (ücretlere olan etkisinin boyutu) son yıllarda giderek daha da artmaktadir. Eğitim seviyesi yüksek olan bireyler iş gücü piyasasında giderek daha fazla ödüllendirilirken, az eğitimli insanların gelirlerinde bir artış görülmemektedir. Bunun kaynağı, teknolojik gelişmelerin çalışanları bu yeni teknolojileri yetkin bir şekilde kullanabilme ihtiyacinda bırakmasıdır.

Tüm bunların anlamı şudur.  Eğitim, çalışanların beceri seviyesini, verimliliğini ve dolayısıyla gelirlerini artıran çok önemli bir yatırımdır. Bu yatırım, özellikle düşük eğitim düzeyine sahip olan toplumların ekonomik gelişmesi için daha da önemlidir.

Eğitim ve Ülke Kalkınması

İnsanlığın önűndeki en bűyűk zorluklardan biri, farklı űlkelerde yaşayan bireylerin hayat kalitelerinin birbirlerinden çok farklı olmaları.   Ekonomistler, bir űlkenin hayat standardının kuvvetli bir göstergesi olarak o űlkede kişi başına dűşen milli geliri kullanırlar. Űlkelerin kişi başına dűşen milli gelirlerini etkileyen bir çok faktör olmakla birlikte, bunların en önemlilerinden biri, űlkenin ortalama eğitim dűzeyidir.  Daha eğitimli űlkelerde kişi başına dűşen milli gelir daha yűksektir.

Aşağıdaki tablo, bazı ülkelerdeki ortalama eğitim düzeyi ve 2013 yılında kişi başına düşen milli geliri gösteriyor. Örneğin, Fas’taki ortalama eğitim 4.2 yıl ve kişi başı gelir 3,000 dolarken, Turkiye’deki ortalama eğitim süresi 6.6 yıl ve kişi başı gelir 10,900 dolar. Uruguay’da ise kişi başı gelir 16.300 dolar ve ortalama eğitim süresi 8 yıldır.

Kıyaslamak gerekirse, ABD’deki ortalama eğitim 13.4 yıl ve kişi başı gelir 53,000 dolar,  Almanya’da ise ortalama eğitim, 12.7 yıl ve kişi başı gelir 46,000 dolardır.

Blog2_Table_TURKISH

Aşağıdaki grafik, dűnya üzerindeki tüm ülkeleri kullanarak, her bir ülkenin kişi başına düşen gelir miktariyla aynı ülkenin eğitim seviyesini göstermektedir. Görüldüğü üzere, düşük eğitim düzeyine sahip ülkeler fakirken, daha eğitimli ülkeler daha yüksek gelir düzeyine sahiptir.

GDP_EDU_TR

Bu grafikte gösterilen eğitim ile gelirin aynı yönde giden ilişkileri ilginç olmakla birlikte, bu, bir ülkenin eğitim seviyesi arttığı zaman o űlkede kişi başına gelir artacaktır anlamına gelmez.

Eğitiminin  gelir düzeyi üzerindeki gerçek etkisini belirleyebilmek için iki tane ters etkeni hesaba katmak gerekir. Birinci ters etken şudur.   Bir űlke ekonomik olarak kalkındıkça  ve ülkenin milli geliri arttıkça, eğitim sistemine daha fazla kaynak aktarılabilinir, ve yapılan bu yatırım ülkenin eğitim seviyesini yűkseltir.  Bu durumda, eğitimin milli gelire değil, tam tersine, milli gelirin eğitime etkisi vardır.  Bu durumda da grafikteki pozitif ilişki gözlenir, fakat  yorumu farklıdır: Űlkeler eğitimli oldukları için zengin değiller; tam tersine, zengin oldukları için vatandaşlarını eğitebiliyorlar.

İkinci ters etken ise şu olabilir:  Arka planda, hem ülkelerin eğitim seviyelerini, hem de ekonomik gelişimlerini ve gelir dűzeylerini etkileyen bir űçűncű etken olabilir. Őrneğin, bazı ülkelerin insanları kültürel olarak okumaya, yazmaya, düşünmeye, bilime, sanata, ve genel olarak eğitime yakın olabilirler.  Bilime ve eğitime açık olmak  gibi bir kültürel özellik eğer o űlke insanlarını daha yenilikçi, yaratıcı, ve üretken yapıyorsa, bu demektir ki ülkenin eğitim ve gelir seviyelerinin yüksek olmasının asıl sebebi ve gerçek itici güç, o ülkedeki eğitim kűltűrűdűr.

Ekonomistler, bu örneklerdeki gibi muhtemel etkileri hesaba katan metotlar kullanarak ülkelerin eğitim düzeylerindeki artışın gerçekten de ülke gelirine doğrudan olumlu etkisi olduğunu gözler önüne sermişlerdir.  Yapılan bilimsel çalışmalar göstermiştir ki, űlkeler arasındaki gelir farklarının önemli bir bölűmű yine ülkeler arasındaki eğitim farkı ile açıklanabilir. Diğer bir deyişle, eğer bir ülkenin çalışan nüfusu daha eğitimliyse, o ülkedeki kişi başına düşen gelir, az eğitimli diğer bir ülkeye nazaran daha fazla olacaktır.

Yine, bilimsel ekonomik çalışmalar göstermiştir ki, eğitim kalitesinin farkı da ülkeler arasındaki gelir farklarını etkiler. Eğer iki ülkenin çalışan nüfusu aynı eğitim düzeyine sahipse, fakat bu ülkelerden birinin  eğitim kalitesi  diğer ülkeye göre daha yűksekse, birinci ülkedeki kişi başına düşen gelir, ikinci űlkeye göre  daha yüksek olur.

Bűtűn bunlar şunu ifade eder: Bir űlkenin insanları daha çok ve daha kaliteli eğitim aldıklarında,  bu artan eğitim dűzeyinin o űlkede yaşayan insanların refahına  (kişi başı gelire) doğrudan etkisi vardır.

(Konunun devamı bir sonraki yazıda)

Altı Buçuk Nedir?

Bu bloğun adı “altı buçuk,” çünkü gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanların aldıkları eğitim ortalama 6.5 yıl. Bu da, yaklaşık olarak ilkokul diplomasına denk. Gelir düzeyi yüksek olan ülkelerdeki insanların ortalama eğitim seviyelerinin 12 yılın űzerinde olduğunu dikkate aldığımızda, bu çarpıcı bir istatistiktir.

Dünyanın bir çok ülkesinde çocuklar 6 yaşında okula başlarlar. Demek oluyor ki, gelişmekte olan bir ülkedeki ortalama insan 12 veya 13 yaşında eğitimini tamamlamış ve bu yaştan sonra bir daha okul yűzű görmemiştir.

Aşağıdaki harita, dűnya űzerinde 25 yaş ve üzeri kişilerin aldıkları ortalama eğitim sürelerini gösteriyor. Kırmızı ülkelerde yaşayan insanların ortalama eğitimi 7 yıldan az iken, pembe renk ile belirtilen ülkelerde eğitim süresi 7 ila 9 yıl arasında değişiyor. Sarı ülkelerdeki ortalama eğitim dűzeyi 9 – 12 yıl arasıyken, ortalama eğitim yeşil ülkelerde 12 yıldan fazla. Görűlduğű gibi, bir çok űlkede ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde, insanlar orta okul düzeyinde bile eğitim almamış  durumdalar.

Averageyearsofeducationaroundtheworld-5(Kaynak: Barro, Robert and Jong-Wha Lee, “A New Data Set of Educational Attainment in the World, 1950-2010.” Journal of Development Economics, 2013. Vol. 104, pp.184-198.)

Eğitim düzeyi dűşűk űlkeler ciddi zorluklarla karşı karşıyadırlar. Yüksek eğitimli ülkelere kıyasla fakirdiler. Az eğitimli ülkelerde çalışanlar daha az üretkendir. Eğitim dűzeyi dűşűk űlkelerde demokrasi iyi çalışmamaktadır. Bu űlkelerin yurttaşlarının sağlık dűzeyleri dűşűktűr. Bu ülkelerde yaşayan kadınların karşı karşıya oldukları ekonomik ve sosyal sorunlar daha fazla ve daha ciddidir. Az eğitimli ülkelerdeki çocukların bebeklik çağında ölüm oranı daha yűksek, ve insanların hayat sűresi yüksek eğitimli ülkelere nazaran daha kısadır.

Elbette ki, yüksek gelirli ülkelerde yaşayan az eğitimli insanlar da var. Bu insanlar da, fakir ülke yurttaşının derdi olan bir çok sorunu yaşamaktadırlar. Örneğin, gelir dűzeyleri dűşűktűr, ve sağlık durumları daha kötüdür.

Ekonomistlerin tanımladığı űzere, beşeri sermaye, bireylerin verimlilik kapasitelerinin göstergesidir.  Bireylerin beşeri sermayeleri, eğitim, sağlık gibi etkenlerin gelişmesiyle artar. Eğitim ise, beşeri sermayenin ana unsurudur.  Bilimsel ekonomik araştırmalar, eğitimin ekonomik, sosyal ve politik göstergeler üzerinde  hem direkt, hem de dolaylı etkisi olduğunu ortaya koymuştur.

Bu bloğun amacı, beşeri sermayenin insan refahını artırmada oynadığı önemli rolün altını çizmek. Bu nedenle, beşeri sermayenin, ve özellikle de eğitimin ekonomik etkilerine yoğunlaşan şu gibi soruların bilimsel araştırmalar sonucunda elde edilen cevaplarını dile getirmeyi planlıyorum: Eğitim düzeyinin artmasının insanların gelirine etkisi nedir? Annenin eğitim düzeyi yükseldiğinde çocuğun sağlığı ve öğrenme yeteneği nasıl etkilenir? Toplumda suç teşkil eden durumlara ve yolsuzluğa ne tür etkenler neden olur? Eğitim, toplumun kültürel değerleri etkileyebilir mi? Eğitimin ırkçılık üzerinde etkisi var mıdır? Siyasetçi davranışlarını güdüleyen faktörler nelerdir? İnsanların inançları, eğitim düzeyleri arttıkça değişir mi? Kültürel faktörler, ekonomik davranışları ve ekonomik göstergeleri nasıl etkiler? Neden bazı ülkelerde kadınlar iş gücüne katılmazlar? Kadınların söz sahibi olduğu ülkelerin ekonomileri daha mı iyi işler? Űlkedeki kurumların kalite dűşűklűğű, űlke insanlarını dürüst olmayan davranışlara teşvik eder mi?

Bu blog, makro-ekonomik meseleler üzerine odaklanan bir çok kaynak mevcut olduğu halde, bireyin, hane halkının, şirketlerin ve çalışanların davranışlarını ekonomi bilimi çerçevesinde tartışan az sayıda blog olduğuna dikkat çeken dostların isteklerine cevaben yaratıldı. Umarım bu blog yararlı bilgiler sunabilir ve burada bahsi geçecek konuların önemi űzerine dikkat çekebilir.