Aylık arşivler: Mayıs 2015

Meclis’te İsmi Olup Cismi Olmayan Milletvekilleri

Önümüzdeki seçimde 550 Milletvekilini seçip Meclis’e yollayacağız.  Bu vekiller Meclis’te bizim adımıza ne yapacaklar?

Milletvekili, milleti temsil eden kişi anlamına geldiğine göre, oy vererek TBMM’ne yolladığımız vekillerin bizi gerçek anlamda temsil etmesi demek, bu vekillerin bizi ilgilendiren, bizim refahımızı etkileyebilecek konularda Meclis’te bizim adımıza aktif olmaları, bizim sesimizi duyurmaları demektir.  Görevini hakkıyla yapan vekil, seçmen adına Meclis’te çalışır, konuşur, kanun taslağı hazırlar, ya da destek verir; yazılı ya da sözlü soru sorar, tartışmalara katılır. Kısaca, Meclis’te etkin olur.

Bizi temsil etmeleri için “vekalet” verdiğimiz milletvekilleri, konuşarak, tartışarak, fikir alış-verişi yaparak bizim refahımızı yükseltecek etkinliklerin içinde bulunmak yerine, bunun tam tersini yaparak

  • Meclis’e gitmezlerse,
  • Ya da, Meclis’e gider fakat ağızlarını açmadan sadece konuşulanları dinler ve hiçbir konuda fikir belirtmez, hiçbir konuya karışmaz, hiçbir soru sormaz, katılımcı değil, seyirci olurlarsa, o milletvekillerinin millete faydası olmaz.

 Bizim vekillerimiz TBMM’de ne yapıyorlar?

Amerika’nin Auburn Universitesi’nden Duha Altındağ ile yaptığımız bir araştırma çerçevesinde, 1991-2011 arası TBMM’de görev yapmış her milletvekilinin Meclis’te ne kadar aktif olduğunu TBMM’nin resmi kaynaklarından edindiğimiz bilgilere dayanarak hesapladık.  Meclis’te aktif olmak demek, Meclis kürsüsünden konuşma yapmak, yazılı ya da sözlü soru sormak, cevap vermek, önerge vermek, vs. gibi bir milletvekilinden beklenen etkinliklerdir.

23. Dönem (2007-2011) milletvekillerinin etkinlik dağılımı, aşağıdaki grafiktedir.

Vekil_800

Ortaya çıkan sonuç şudur: 550 milletvekilinin 187’si (Vekillerin üçte birinden fazlası) Meclis’te  “çalıştıkları” dört yıl boyunca, toplam SIFIR ile 10 arası etkinlikte bulunmuşlardır. 

550 vekilin YARISI, dört yıl boyunca Meclis çatısı altında toplam 20’den az Meclis etkinliğinde bulunmuştur.

550 vekilin 352’si (%64) dört yılda toplam 0-36 etkinlikte bulunmuştur. Diğer bir deyişle, 352 milletvekili ortalama olarak, Meclis’te bulundukları her ay sadece bir aktivitede bulunmuşlardır.

Dört yılda toplam 36 ile100 arası aktivitede bulunan vekil sayısı: 103,

Dört yılda toplam 101-200 etkinlikte bulunmuş vekil sayısi: 67,

Dört yılda toplam 200’den fazla aktif olan vekil sayısı: 37’dir.

Diğer bir deyişle, Meclis’te  milletin temsilciliği görevini aslında  sadece yaklaşık 200 milletvekili yapmakta, diğerleri büyük ölçüde seyirci vasfıyla, Meclis’te olan bitenleri seyretmektedir denebilir.

Bu dağılım, her partide ve her Meclis döneminde aşağı-yukarı böyledir (son dönemin resmi rakamları henüz belli olmamakla beraber, değişik bir sonuç çıkma ihtimali zayıftır).

Meclisteki vekillerin yarısından çoğu fikir belirtmeyen, soru sormayan, “ismi olup cismi olmayan” kişiler olsa da, “Bu vekiller Meclis’te kendi parti liderlerinin istediği şekilde oy verip partilerini destekledikleri için kendilerini seçen insanlara hizmet ediyor durumdalar” denebilir mi?

Seçmene hizmet etmek, Meclis’teki oylamalarda parti liderlerinin istedikleri doğrultuda oy kullanmak demek değildir.  Her ilden seçilen milletvekillerinin, o ilin seçmenine karşı sorumlulukları vardır.  Bir ilin sorunlarını, dertlerini, muhtemel çözümlerini ortaya koymakla yükümlüdur o ilin milletvekili.  Gaziantep’in ekonomik problemini Trabzon milletvekili bilemez.  İstanbul’un altyapı sorunu ile Van milletvekilinin uğraşması beklenemez.  Eskişehir için önemli olan bir probleme dikkat çekmek, Diyarbakır’dan seçilmiş vekilin görevi değildir.  Dolayısıyla, Meclis’e gelmeyen, ya da gelip aktif olmayan milletvekili, temsil etmek durumunda olduğu vatandaşları temsil etmiyor demektir.

Bu durumun ortaya çıkmasının muhtemel nedeni, partilerin yeteri sayıda “aklı eren, dili dönen” kişiyi milletvekili adayı olarak bulamaması, ya da bu kişileri milletvekili adayı göstermeye yanaşmıyor olmasıdır.

550 MİLLETVEKİLİ GEREKLİ Mİ?

ABD’nin nüfusu 320 milyondur ve bu nüfus Amerikan Kongresi’nde 535 kişi tarafından temsil edilir (100 senatör, 435 Temsilciler Meclisi Üyesi). Diğer bir deyişle, Amerika’da her 600,000 kişi bir vekil ile temsil edilir.

Avrupa Topluluğu nüfusu 500 milyondur ve bu 500 milyon kişi, Avrupa Topluluğu Parlamentosu’nda 750 milletvekili ile temsil edilir.  Bu da, Avrupa’da her 650,000 kişinin bir vekil ile temsil edilmesi anlamına gelir.

Türkiye’nin 75 milyon  nüfusu  550 milletvekili ile temsil edilmektedir.  Bu da,  her 135,000 vatandaşa bir milletvekili demektir.

TBMM’deki 550 milletvekilinin %50’si aktif olmadığına göre, TBMM 550 yerine 275 ya da 300 milletvekili ile aynı üretimi (daha az masraflı bir şekilde) yapabilir.  Fakat, milletvekili sayısını 300’e indirmek Meclis kararı ile olacağından, bunun gerçekleşeceğini düşünmek hayalcilik olur.

 İkinci (daha uzun vadeli) çözüm, milletin “Aklı Eren, Dili Dönen” vekiller tarafından temsil edilmeyi talep etmesidir. Böyle bir talebin halktan gelip gelmeyeceği bilinmemekle birlikte, halkın “vekalet verdiği” milletvekillerinin Meclis’te ne ölçüde emek harcadıklarını görebilmesinde fayda vardır.  Bu bilgiyi sağlamanın bir yolu ise, her  milletvekilinin performansını rakamsal olarak gösteren bilgileri her ay halkın göreceği ve denetleyeceği şekilde, (örneğin bir web sitesi üzerinden) ortaya çıkarmak olabilir. Ayrıca, milletvekillerinin en azından Meclis çatısı altına gelmelerini ve oturumlara katılmalarını sağlamak için, maaşlarını azaltıp, Meclis’teki katılımlarına endeksli ücret sistemine geçmek faydalıdır.  Bu fikrin Avrupa Parlamentosu’nda uygulama analizi yapılmış durumdadır.

BİR MİLYON KELİME

Türkiye’nin beşeri sermayesini ve entellektüel kapasitesini artırmanın çok önemli bir yolu, bireylerin okuma alışkanlığını geliştirmektir. Bilimsel araştırmalar göstermektedir ki, okuma yeteneği gelişmiş ve kitap okuma alışkanlığı olan öğrenciler, daha kolay problem çözen, daha yaratıcı, ve okuldaki başarısı (matematik ve fen dersleri dahil) daha yüksek öğrencilerdir. Kitap okumak, insan beyninin analiz yeteneğini artırmaktadır. Düzenli kitap okuma alışkanlığı olan insanların bilgi sentezi yapma ve değişik düşünce ve fikirleri karşılaştırıp analiz etme yetenekleri ilerler.

Dolayısıyla, çalışanının daha üretken, ortalama insanının daha akıllı ve yaratıcı olduğu bir toplum için insanlara okuma alışkanlığını aşılamak gerekir.

Bunu başarmanın bir yolu, Amerika’nın bazı yerlerinde uygulanan bir yöntemi Türkiye’de de uygulamak ve öğrencilerin, normal okul müfredatının dışında, yılda BİR MİLYON KELİME okumalarını sağlamaktır. Bu bir milyon kelime, ortaöğretim ve üstü öğrenciler için geçerli olup, yılda yaklaşık 25 kitap okumak anlamına gelir.

İlköğretim seviyesi öğrencileri için ise bu rakam daha düşük (500,000 kelime) olarak düşünülür, ve küçük yaşta öğrenciler için ana-baba desteği (çocuğun okumasına yardımcı olmak) gerekir başlangıçta.

Yılda BİR MİLYON KELİME yüksek bir rakam olarak gözükse de, bu aslında gerçekleşmesi son derece makul bir hedeftir. Bir çocuğun dersler haricinde yılda bir milyon kelime okuması, iki haftada bir kitap bitirmesi demektir ki, bu yüksek bir tempo degildir. GENEL KURAL, her akşam 30 dakika kitap okumaktır.

“Bir milyon kelimeyi oluşturan yaklaşık 25 kitabın hangi kitaplar olması gerekir?” sorusunun cevabı şudur: Çocuklar, tamamen kendi seçimleri olan, istedikleri bütün kitapları okuyabilmeli ve bu konuda devlet ya da öğretmenleri dahil, hiçbir kişi ya da kurum tarafından kısıtlama getirilmemelidir. Programın amaçlarından biri, çocuklara ders kitapları dışında yeni ufuklar açmak, kendi yollarını kendilerinin bulmalarına yardımcı olmak, ve sorgulayan, düşünen, tartışan bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır. Bu yüzden, NE İSTERLERSE ONU OKUMALARI son derece önemlidir.

İster “Tavla Şampiyonları” adında bir kitap , isterse “Evrenin Temel Kuralları” nı okusunlar; ister “Futbolun Tarihi” ile ilgilensinler, veya “Hz. Muhammet’in Hayatı,”  “Steve Jobs’ın Hayatı”, ya da “Hitler’in Hayatı”nı okusunlar; ister “Dinler Tarihi” isterse “Nobelli Fizikçiler” adlı kitaplar ilgilerini çeksin; yeter ki bir milyon kelime okusunlar yılda. İster Sait Faik, ister O’Henry hikayeleri, ister Yahya Kemal, ister Orhan Veli şiirleri okumak istesinler; ister Harry Potter’ın maceralarını, isterse Dedektif Ali Bey’in serüvenlerini okusunlar. İster kurgu bilim romanları, ister aşk romanları, ister macera romanları okusunlar. İster Tolstoy, ister Yunus Emre, ister Isaac Asimov okusunlar. Ne okurlarsa okusunlar; yeter ki yılda BİR MİLYON KELİME okusunlar.

Bilimsel araştırmalar göstermiştir ki, anne-babaları düzenli şekilde kitap okuyan çocukların kitap okuma alışkanlığı yüksektir. Bu şu demektir: Türkiye eğer kitap okuma alışkanlığı olan bir genç nesil yaratabilirse, o neslin cocuklarının da kitap okuyan bireyler olması daha kolay, nerdeyse kendinden oluşan, bir durum olacaktır.

Çocukları yılda BİR MİLYON KELİME okumaya teşvik eden bu projenin pratik zorlukları nedir? Bu projenin maliyetini kim karşılayacaktır? Her öğrencinin yılda bir milyon kelime, yani yaklaşık 25 kitap okuması demek, bu öğrencilerin velilerinin yılda 25 kitap satın almaları demekse, bu durum az gelirli aileler için zorluk teşkil edebilir. Fakat, yılda 25 kitap okumak, 25 kitap satın almak anlamına gelmez.

  • Bu projenin finansmanı için özel sektörün desteği kolaylıkla sağlanabilir. Ayrıca, okul kütüphanelerine kitap bağışı için toplum harekete geçirilebilir.
  • Okul ve semt kütüphaneleri bu projede önemli yeri olan birimlerdir. Türkiye’de hemen hiç rağbet görmeyen, çoğu zaman yeri bile bilinmeyen şehir kütüphanelerini yenilemek, modernleştirmek, insanlar icin cazip hale getirmek gerekir. Bunun dünyada nasıl yapıldığına örnekleriyle başka bir yazıda değineceğim. Fakat, insanları cezbeden, tertemiz, çok boyutlu kullanımı olan, ışıl-ışıl modern kütüphaneler yapmak ve “her semte bir cami” projesi gibi, “her semte bir modern kütüphane” projesini hayata geçirmek zor ve pahalı değildir.
  • Gelişmiş ülkelerde, son yıllarda kütüphaneler ödünç kitap verme vasıflarına ilave olarak “dijital kütüphane” olma yoluna girmişlerdir. Kütüphaneler kolleksiyonlarında bulundurdukları kitapların yanısıra, o kitapların elektronik versiyonlarını web-sitelerinde barındırırlarlar. Kütüphane üyesi olan kişi, kütüphanenin web sitesine bağlanarak ve üyelik numarasını girerek, istediği kitabın elektronik versiyonunu bilgisayarına ya da tabletine indirir ücretsiz olarak. Böylece “e-kitap” kütüphaneden ödünç alınmış olur. Herhangi bir kitabı kütüphaneden ödünç almak gibi, e-kitaplar ancak belirli bir süre (bir ay gibi) fonksiyonaldir; bu müddet sonunda okunamaz hale gelir, ve yeniden indirilmesi gerekir. Klasik kütüphanelere, “dijital kütüphane” ilavesi yapmak basit ve az masraflı bir tatbikattır.
  • Hükümetin uygulamaya çalıştığı “Fatih Projesi” isimli proje her öğrenciye bir “tablet” (iPad tipi cihazlar) vermeyi tasarlamaktadır. Bu projeden öğrencilerin fayda sağlayabilmeleri için o tabletlerin uygulanacağı eğitim platformlarını yaratmak gerekir. Yukarda bahsettigim “e-kitap” lara bu tabletler vasıtası ile ulaşmak Fatih Projesi’nin elle tutulur bir üretimi olabilir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin beşeri sermaye ve entellektüel güç eksikliğini gidermek  ve gerisinde kaldığımız Dünya Ekonomik Yarışı’nı kaybetmemek için bir an önce çalışmaya başlamak gerekir. Çok boyutlu bu problemin elle tutulur çözüm noktalarından biri Türkiye’nin bilgiye ulaşmayı bilen, düşünen, sorgulayan,  yaratıcı bireyler topluluğu durumuna gelmesidir. Bunun en önemli ve kuşaktan kuşağa etkili olacak yollarından biri, bireyleri kitap okur hale getirmektir. Bu hareketin kıvılcımı ise, öğrencilerin kitap okumaları ile, ne okurlarsa okusunlar, fakat yılda BİR MİLYON kelime okumaları ile sağlanabilir.

Her duyduğuna, her okuduğuna körü körüne inanmayan, kendi analizini yapma bilgi ve özgüvenine sahip, üretme heyecanı duyan, slogan atıcı değil, iş yapıcı, Dünya ile rekabet edebilecek yaratıcı insanlar bu özelliklerine okuma alışkanlığı olmadan kavuşamazlar.

Bağımsız düşünceye ve yaratıcılığa uzun bir yolculuğun sonunda ulaşılır. Bu yolculukta farklı fikirlerle, birbirine zıt görüşlerle, değişik düşünce tarzlarıyla karşılaşmak, değişik bakış açıları ile tanışmak sonucunda bilgili ve bilge insan ortaya çıkabilir.

Bu sebeple, çocuklar ister satın alıp okusunlar, ister kütüphaneden alıp okusunlar, ister evdeki kitabı okusunlar; ister kağıt kitap, ister e-kitap okusunlar; yeter ki okusunlar. Ernest Heminway okusunlar, Orhan Pamuk okusunlar, Gabriel Garcia Marquez okusunlar, Richard Feynman okusunlar, Jose Saramago okusunlar, Yasar Kemal okusunlar, Halide Edip Adıvar okusunlar, Stephen Hawking okusunlar… NE İSTERLERSE ONU OKUSUNLAR; yeter ki yılda BİR MİLYON KELİME OKUSUNLAR!

 

 

Entel-dantel, Fatih Sultan Mehmet, Victor Hugo ve Ekonomik Gelişme

Türkiye’de entellektüellerle  alay edilir.  “Entel” lakabı takılan ve “Entel-dantel” denilerek alay edilen, topluma yabancı olduğu düşünülünen bir insan tipidir Türk entellektüeli.

“Entel” lakabı entellektüel’in kısaltmasıdır.  Entellektüel, Türkçe’ye  İngilizce “intellectual” kelimesinden  girmiştir.  “Intellectual” zeki, akıllı ve bilgili anlamına geldiği iҫin, “entel” kelimesi, aklını kullanan, eğitimli, aydın insan demektir.   Okuyan, düşünen, aklını kullanan, fikirleri, felsefeleri  karşılaştıran, analiz yapabilen, fikir üreten, bilimsel metodu bilen, tarih ve sanat bilgisi derin entellektüel insanlar bir ülkenin düşünce liderleridirler.

Her toplumda olduğu gibi, Türkiye’de de gerҫek anlamda entellektüel olmayan, fakat kendisine entellektüel havası vermeye ҫalışan insanlar tabii ki vardır.  Ayrıca, sahte olmayan, gercek Türk entellektüellerinin bile ne kadar üretken oldukları,  ülke ve dünya iҫin ne ölҫüde fikir ve bilgi üretebildikleri, topluma ne ölҫüde yol gösterici oldukları tartışılır.

Fakat  Türkiye’de entellektüeller, üretken olmadıkları iҫin değil, sıra dışı oldukları, herkes gibi olmadıkları iҫin küҫük görülürler.  Entellektüel, ya da “entel benzeri” insanlar Türkiye’de kolayca alay konusu olabilirler.  Örneğin, yabancı dil bilmeyen bir politikacı,  rakibi olan, üç  yabancı dil konuşan ve eğitimli başka bir politikacının yabancı dil bilmesi ile alay etmenin halk tarafından olumlu karşılanacağını düşünebilir ve haklı ҫıkabilir.

 Öte yandan, eğitim ile, bilgi birikimi ile, düşünce ve zeka ile alay etmek, cehalet ve aptallık ile övünmek anlamına gelir.

Tarihimizde bu durumun hep böyle olmadığını, tam tersine, bilgili, okumuş, entellektüel insanlara toplumun ve liderlik durumunda olanların değer verdiklerini biliyoruz.  Bunun en iyi örneklerinden biri, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Istanbul’u fethinden sonra şehre girerken kendisine verilen ҫiҫeklerin öğretmeni  Akşemsettin’e verilmesini istemesi, ve bir tevatüre göre, Akşemsettin’in atının ayağından sıçrayan  çamurun kaftanını kirletmesi üzerine, “Hocamızın atının ayağından çıkan çamur  bizim kaftanımızı kirletmez.  Öldüğümde tabutumu bu kaftanla örtün” diye vasiyet etmesidir.  Atatürk’ün bilime, sanata çok önem veren, okuyan, düşünen bir entellektüel olduğunu, ve Türkiye’nin entellektüel yapısını güçlendirmek için yaptığı çalışmaları  da biliyoruz.

Bilgiye, eğitime, yaratıcılığa, sanata önem veren bir kültürün, zaman iҫinde değişerek neden bilgi ve eğitimi değil, tam tersine cehaleti  takdir eden duruma geldiğini ve durumun kimlerin işine yaradığını  tartışmak önemli olsa da, daha önemli olan konu şudur: Entellektüellik ile, yani akıl, zeka ve bilgi ile alay eden bir toplumun ekonomik açıdan üretken olamayacağını, ve dolayısıyla fikir üreten “entel” ülkelerin arkasından kör-topal gitme durumunda kalacağını bilmek gerekir.

 “Entel” insan yaratmak yerine, “entel” vatandaşı ile alay edip onu küҫük görmeye çalışan bir toplum, bilimde , teknolojide, sanatta başkalarını  takip ve kopya etmekten başka ҫaresi olmayan, uzun vadede gelişmiş “entel” ülkelerin prangasız kölesi olmaya mahkum, ve ortalama gelir seviyesi o ülkeler seviyesine yükselemeyecek toplumdur.

Bu durumun çok basit  bir örneği Türkiye ile Fransa’nin karşılaştırılmasıdır. Paris’in göbeğinde, Latin Mahallesi denen yerde, Fransız Devrimi’nden önce yapılmış, Pantheon adında görkemli bir bina vardır.  Kilise olarak yapılan ve yıllarca kilise olarak kullanılan bu muhteşem bina, daha sonra Fransızlar tarafından ülkenin önemli entellektüellerinin defnedildiği bir “Anıt Kabir” haline getirilmiştir.  Fransa’nın önemli düşünür, bilim insanı ve yazarlarının gömüldüğü  bir mekân olarak kullanılan bu binaya girince,  Emile Zola’dan Voltaire’e, Marie Curie’den  Jean-Jacques Rousseau’ya ve Victor Hugo’ya kadar bir ҫok Fransız entellektüelinin binanın iҫindeki anıt mezarları, bu insanların Fransızlar iҫin ne derece önemli olduğu gerçeğini gösterir.

Kendi “Entel” insanına değer veren, kendi çocuğunun cahil değil entellektüel olmasını arzu eden toplum ise, araştırmaya, düşünmeye, tartışmaya, üretmeye, yeniliğe açık olur.    Böylelikle, o toplum dünyaca önemli sanatҫılar, bilim insanları, filozoflar üretir ve bu durum ülke insanının refahına da yansır.   Örnek: Türkiye’de şu ana kadar Nobel Ödülü alan bir kişi vardır (yazar Orhan Pamuk).  Fransa ise ekonomiden fiziğe, edebiyattan tıbba ve kimyaya kadar değişik alanlarda 67 Nobel ödüllü insan yaratmış durumdadır.  Bunun sonucu, Turkiye’de kişi başına gelir $10,000 iken, Fransa’da kişi başına gelir 43,000 dolardır.  Türkiye’de her doğan 1,000 bebekten 17’si ölürken Fransa’da her 1,000 bebekten sadece 4’ü hayatını kaybetmektedir.  Türkiye’de insan ömrü Fransa’dan 7 yıl daha azdır.  Diğer bir deyişle, neresinden bakarsanız bakın, Fransız insanının refahı, Türk insanından çok daha yüksektir.

Bu durumdan ҫıkış yolu var mıdır?  Tabii vardır.  Kültür değişimi sanıldığı kadar zor olmayan bir olgudur.  Toplumun liderlerinin etkisi ile ve eğitim sisteminde yapılacak bir-iki değişiklik ile bu ҫok gerekli değişimin kıvılcımı yaratılabilir.

Bunun pratikte nasıl yapılabileceğini (örnegin, ilkokuldan başlayarak uygulanması gereken basit fakat etkili bir projeyi, ve bazı seçkin lise ve üniversitelerde Türkiye’nin entellektüel  liderliğini yapacak yeni insan tipinin nasıl yetiştirilebileceğini) bundan sonraki iki yazıda açacağım.