Kategori arşivi: Kultur

Entel-dantel, Fatih Sultan Mehmet, Victor Hugo ve Ekonomik Gelişme

Türkiye’de entellektüellerle  alay edilir.  “Entel” lakabı takılan ve “Entel-dantel” denilerek alay edilen, topluma yabancı olduğu düşünülünen bir insan tipidir Türk entellektüeli.

“Entel” lakabı entellektüel’in kısaltmasıdır.  Entellektüel, Türkçe’ye  İngilizce “intellectual” kelimesinden  girmiştir.  “Intellectual” zeki, akıllı ve bilgili anlamına geldiği iҫin, “entel” kelimesi, aklını kullanan, eğitimli, aydın insan demektir.   Okuyan, düşünen, aklını kullanan, fikirleri, felsefeleri  karşılaştıran, analiz yapabilen, fikir üreten, bilimsel metodu bilen, tarih ve sanat bilgisi derin entellektüel insanlar bir ülkenin düşünce liderleridirler.

Her toplumda olduğu gibi, Türkiye’de de gerҫek anlamda entellektüel olmayan, fakat kendisine entellektüel havası vermeye ҫalışan insanlar tabii ki vardır.  Ayrıca, sahte olmayan, gercek Türk entellektüellerinin bile ne kadar üretken oldukları,  ülke ve dünya iҫin ne ölҫüde fikir ve bilgi üretebildikleri, topluma ne ölҫüde yol gösterici oldukları tartışılır.

Fakat  Türkiye’de entellektüeller, üretken olmadıkları iҫin değil, sıra dışı oldukları, herkes gibi olmadıkları iҫin küҫük görülürler.  Entellektüel, ya da “entel benzeri” insanlar Türkiye’de kolayca alay konusu olabilirler.  Örneğin, yabancı dil bilmeyen bir politikacı,  rakibi olan, üç  yabancı dil konuşan ve eğitimli başka bir politikacının yabancı dil bilmesi ile alay etmenin halk tarafından olumlu karşılanacağını düşünebilir ve haklı ҫıkabilir.

 Öte yandan, eğitim ile, bilgi birikimi ile, düşünce ve zeka ile alay etmek, cehalet ve aptallık ile övünmek anlamına gelir.

Tarihimizde bu durumun hep böyle olmadığını, tam tersine, bilgili, okumuş, entellektüel insanlara toplumun ve liderlik durumunda olanların değer verdiklerini biliyoruz.  Bunun en iyi örneklerinden biri, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Istanbul’u fethinden sonra şehre girerken kendisine verilen ҫiҫeklerin öğretmeni  Akşemsettin’e verilmesini istemesi, ve bir tevatüre göre, Akşemsettin’in atının ayağından sıçrayan  çamurun kaftanını kirletmesi üzerine, “Hocamızın atının ayağından çıkan çamur  bizim kaftanımızı kirletmez.  Öldüğümde tabutumu bu kaftanla örtün” diye vasiyet etmesidir.  Atatürk’ün bilime, sanata çok önem veren, okuyan, düşünen bir entellektüel olduğunu, ve Türkiye’nin entellektüel yapısını güçlendirmek için yaptığı çalışmaları  da biliyoruz.

Bilgiye, eğitime, yaratıcılığa, sanata önem veren bir kültürün, zaman iҫinde değişerek neden bilgi ve eğitimi değil, tam tersine cehaleti  takdir eden duruma geldiğini ve durumun kimlerin işine yaradığını  tartışmak önemli olsa da, daha önemli olan konu şudur: Entellektüellik ile, yani akıl, zeka ve bilgi ile alay eden bir toplumun ekonomik açıdan üretken olamayacağını, ve dolayısıyla fikir üreten “entel” ülkelerin arkasından kör-topal gitme durumunda kalacağını bilmek gerekir.

 “Entel” insan yaratmak yerine, “entel” vatandaşı ile alay edip onu küҫük görmeye çalışan bir toplum, bilimde , teknolojide, sanatta başkalarını  takip ve kopya etmekten başka ҫaresi olmayan, uzun vadede gelişmiş “entel” ülkelerin prangasız kölesi olmaya mahkum, ve ortalama gelir seviyesi o ülkeler seviyesine yükselemeyecek toplumdur.

Bu durumun çok basit  bir örneği Türkiye ile Fransa’nin karşılaştırılmasıdır. Paris’in göbeğinde, Latin Mahallesi denen yerde, Fransız Devrimi’nden önce yapılmış, Pantheon adında görkemli bir bina vardır.  Kilise olarak yapılan ve yıllarca kilise olarak kullanılan bu muhteşem bina, daha sonra Fransızlar tarafından ülkenin önemli entellektüellerinin defnedildiği bir “Anıt Kabir” haline getirilmiştir.  Fransa’nın önemli düşünür, bilim insanı ve yazarlarının gömüldüğü  bir mekân olarak kullanılan bu binaya girince,  Emile Zola’dan Voltaire’e, Marie Curie’den  Jean-Jacques Rousseau’ya ve Victor Hugo’ya kadar bir ҫok Fransız entellektüelinin binanın iҫindeki anıt mezarları, bu insanların Fransızlar iҫin ne derece önemli olduğu gerçeğini gösterir.

Kendi “Entel” insanına değer veren, kendi çocuğunun cahil değil entellektüel olmasını arzu eden toplum ise, araştırmaya, düşünmeye, tartışmaya, üretmeye, yeniliğe açık olur.    Böylelikle, o toplum dünyaca önemli sanatҫılar, bilim insanları, filozoflar üretir ve bu durum ülke insanının refahına da yansır.   Örnek: Türkiye’de şu ana kadar Nobel Ödülü alan bir kişi vardır (yazar Orhan Pamuk).  Fransa ise ekonomiden fiziğe, edebiyattan tıbba ve kimyaya kadar değişik alanlarda 67 Nobel ödüllü insan yaratmış durumdadır.  Bunun sonucu, Turkiye’de kişi başına gelir $10,000 iken, Fransa’da kişi başına gelir 43,000 dolardır.  Türkiye’de her doğan 1,000 bebekten 17’si ölürken Fransa’da her 1,000 bebekten sadece 4’ü hayatını kaybetmektedir.  Türkiye’de insan ömrü Fransa’dan 7 yıl daha azdır.  Diğer bir deyişle, neresinden bakarsanız bakın, Fransız insanının refahı, Türk insanından çok daha yüksektir.

Bu durumdan ҫıkış yolu var mıdır?  Tabii vardır.  Kültür değişimi sanıldığı kadar zor olmayan bir olgudur.  Toplumun liderlerinin etkisi ile ve eğitim sisteminde yapılacak bir-iki değişiklik ile bu ҫok gerekli değişimin kıvılcımı yaratılabilir.

Bunun pratikte nasıl yapılabileceğini (örnegin, ilkokuldan başlayarak uygulanması gereken basit fakat etkili bir projeyi, ve bazı seçkin lise ve üniversitelerde Türkiye’nin entellektüel  liderliğini yapacak yeni insan tipinin nasıl yetiştirilebileceğini) bundan sonraki iki yazıda açacağım.

İnsanlar Neden Eğitim Almıyorlar?

Bir önceki yazıda, eğitimin  çalışanların  gelirini önemli ölçűde artırdığından bahsetmiştim.  Alınan her bir yıl eğitim, insanların gelirini ortalama olarak, kalkınmış űlkelerde 10 %,  dar gelirli ülkelerde ise %15 oranında artırıyor.  Eğitim eğer bireylerin beşeri sermayelerine ve dolayısıyla kazançlarına bu derece etkiliyse, az eğitimli insanlar (ve az eğitimli űlkeler) neden eğitimlerini artırmıyorlar? Bu sorunun cevabının ardında, aşağıda önem sırası olmaksızın sıralanmış, en az 4 neden bulunmaktadır.

1) Bu nedenlerden ilki bilgi problemidir. Çoğu insan, özellikle yoksul ve az eğitimli kişiler, daha fazla eğitim almanın onların gelirlerini önemli şekilde artıracağından habersizdir. Her ne kadar, eğitimli insanların az eğitimli olanlara nazaran daha fazla gelir sahibi olduğu bilinse de, eğitimdeki az bir artışın gelirleri ne kadar yűkselteceğini anlayamak zordur. Örneğin, ortaokul mezunu bir kişinin bir tıp doktorundan daha az gelir sahibi olduğu bilinir, ama ortaokul mezunu o kişinin eğer lise diploması olsa idi, ne kadar daha fazla geliri olurdu? Bunu bilmek daha zordur. Bilimsel araştırmalardan elde edilen sonuçlar gösteriyor ki, gençler, liseyi bitirmiş olmaları halinde gelirlerinin ne kadar artacağının farkında değiller. Eğer, lise diplomasının gelir artışı sağladığına dair bilgi onlara verilirse, lise bitirme eğilimlerinin arttığı gözleniyor. Aynı şekilde, araştırmalar gösteriyor ki eğer anne ve babalar eğitimin getirisi hakkında bilgilendirilirlerse, onların çocuklarının okula devamlılığı ve sınavlarda başarıları yükseliyor.  Bu yűzden, gelişmekte olan űlkelerde, eğitime olan talebi artırmanın bir yolu, eğitimin gelirlere olan etkisi hakkinda insanları bilgi sahibi yapmak.

2) İkinci sorun ise eğitim karşıtı kültür. Bazı toplumlar eğitime, eleştirel düşünmeye ve aydın olmaya yatkın bir kültüre sahipken, bazı toplumlarda tam tersi bir durum geçerlidir. Farklı ülkelerde bulunmuş bir dikkatli gözlemci, eğitime yakın ve eğitime uzak kűltűrlű ülkeleri kolaylıkla ayırdedebilir. Göstergeler oldukça belirgindir. Eğitim yanlısı ülkelerde, şairlerin ve bilim insanlarının isimlerinin sokaklara ve meydanlara verildiğini görebilirsiniz. Topluma açık alanlarda filozofların, sanatçıların, bilim insanlarının ve yazarların heykellerine rastlarsınız. Eğitim karşıtı kűltűre sahip ülkelerde ise, sokak isimlerinin o űlkenin savaş kahramanlarından oluştuğunu, parklarda sanatçılarin değil siyasetçilerin heykellerini görűrsűnűz. İlk gruptaki ülkelerde her yerde kitapçılar görsűnűz ve  insanların evlerinde kütüphaneler ya da kitap koleksiyonları olduğunu gözlemlersiniz. Bu űlkelerde çoğu semtte kűtűphane vardır ve o semtin sakinleri tarafından kullanılır. İkinci gruba dahil olan ülkelerdeki ortalama insan için kitap ve kűtűphane önemli bir kavram değildir.  İlk gruptaki ülkelerde sanat ve bilim müzeleri sosyal hayatın önemli kurumları iken, ikinci gruptaki ülkelerde çoğu insan ömrü boyunca bir müzenin kapısından içeri adım atmayacaktır.

Sonuç olarak, bir ülkenin kültürel yapısının, o űlke insanının eğitime olan talebi üzerinde  etkisi vardır.  Bu, kötü bir haber gibi gözűkűyor.   Çünkü kültürün değişmeyeceği, değişse bile çok yavaş evrim geçireceğini düşünülűr. Bu inanış tamamen doğru değildir. Ekonomistlerin son zamanlarda gösterdikeri gibi eğer ekonomik, siyasi ve kurumsal çevre değişirse, toplumların kültürel benlikleri de değişir. Bu önemli noktayı ilerki yazılarımda açacağım.

3) İnsanlar eğitimin getirisi konusunda olabildiğince bilgili olsalar ve kültürel mirasları onları eğitime yatkın yapsa bile, bazı durumlarda daha fazla eğitim almamak en iyi seçenek olabilir. Daha fazla eğitimin beşeri sermayeyi ve kazancı artırdığı doğrudur. Ancak herhangi diğer bir yatırım gibi, beşeri sermayeye yapılan yatırımın da bir takım maliyetleri vardır. Őrneğin, eğer insanların yaşam süreleri kısaysa, eğitim iyi bir yatırım olmayabilir. Çünkü bu durumda, eğitiminin finansal getirisi sağlayacak zaman dilimi (eğitim sonu ile emeklilik arası yıllar) kısadır.

Ortalama yaşam süresi 50 yıl olan ve insanların 43 yaşında emekli olduğu bir ülke düşünün (Dünya üzerinde bu kadar düşük yaşam süresi sahip űlker var.  Őrnekler: Nijerya, Kamerun ve Fildişi Sahili). Böyle bir űlkede, ilkokul eğitimini 13 yaşında tamamlamış bir insan düşünün. Bu insan, iş gücü piyasasında 43 yaşında emekli olana kadar, 30 yıl çalışabilir. Eğer bir ilkokul mezununun yıllık kazancı 5,000 dolar ise, ömür boyunca kazanacağı ücret (zaman diskontunu göz ardı ederek) 5,000 kere 30, yani 150,000 dolar olacaktır.

Şimdi bu insanın 6 yıl daha okula devam ettiğini var sayalım. Bu 6 senelik ilave eğitimi tamamladıktan sonra yıllık gelirin 6,000 dolar olduğunu dűşűnelim. Bu insan, eğitimine 6 yıl daha devam ettiği için okulu bitirdiği zaman yaşı 19 olurdu. Bu demek oluyor ki, emekli olana kadar 24 yıl çalışacak vakti vardır (19-43 yaşları arasında), ve bu durumda elde edeceği toplam gelir 6,000 $ x 24 = 144,000 dolardır. Bu örnekteki insan için, 6 yıl daha fazla eğitim almaya değmez çünkü bu ekstra 6 yıllık eğitimin fırsat maliyeti (okula giderken kaybedilen gelir) okulu bitirdikten sonra elde edilecek finansal kazançtan daha fazladır.

Eğer emeklilik yaşı 43 değil de daha yűksek olsaydı (53 gibi), çalışanların önűnde, okula giderek yapılan yatırımın karşılığını alacak daha uzun sűre olacağından, eğitim makul bir yatırım olurdu.

Görüldüğü üzere, çalışma hayatı sűresi kısa ise, daha fazla eğitim almak ekonomik açıdan mantıklı değildir. Eğer kişinin yaşam süresi beklentisi kısaysa ve bulaşıcı hastalıklar, şiddet, savaş, gibi nedenlerden dolayı ölüm ihtimali yüksekse, ya da genç yaşta emeklilik gibi bir sebeple çalışma hayatı sűresi kısalırsa,  eğitime yatırım yapmak eğilimi az olur.

4) Dördüncü sorun maddi zorluk ve eğitim arzı yetersizliğidir. Eğer eğitim almak maddi bakımdan engelleyici ise, insanların eğitime talebi olmaz. Eğitim ücreti, kitaplar ya da öğretim materyalleri öğrencinin ve ailesinin gelir düzeyine oranla yüklü bir miktarda ise, (eğitimin getirisi yűksek olsa bile) eğitim talebi dűşűk olur.  Eğitim bedava olsa dahi, okulda harcanan zaman, o kişiyi para kazanmaktan alıkoyar.  Bu durum, okul parasız olsa bile, eğitime yapılan yatırımın, özellikle lise ve üniversite öğrencileri için masraflı bir yatırım olabileceğini gösterir. Bunu şöyle de dűşűnebiliriz: Bir iş alanına yatırım yapmak isteyen, ve yapacağı bu yatırımın getirisinin yűksek olacağına inanan bir işadamı, bu yatırım için gerekli finansmanı bulamazsa, yatırım gerçekleşmeyecek ve hesaplanan getiri elde edilemeyecektir.

Bir toplumda eğitime talep olmasına rağmen, bazı durumlarda, özel sektör, ya da devlet kurumları tarafından arz edilen eğitim miktarı, talebi karşılamayabilir.

Eğitimin, neden devlet veya özel sektör tarafından yetersiz olarak sağlandığı, ve maddi durumu yetersiz ögrenciler hakkında ne yapılması gerektiği ayrı bir yazımın konusu olacak.  Cevabın içeriğinde, toplumdaki insanlar adına (onların vekili olarak) görev yapan siyasetçilerin motivasyonları, ve finans ve kredi piyasalarındaki problemler gibi konular olacak. Bu çerçevede, “Neden temel eğitim çoğu ülkede zorunlu?”, “Eğitim herkes için parasız mı olmalı?”, “Bankacılık sektörü ve kredi piyasası eğitimdeki aksaklıkları çözebilir mi? gibi soruların cevabını vereceğim.