Aylık arşivler: Aralık 2015

Üniversite Kalitesi Nasıl Ölçülür?

Üniversitelerde verilen eğitimin kalitesini etkileyen faktörler içinde en önemlisi öğretim üyelerinin kalitesidir. Öğretim üyelerinin kaliteleri ise, onların ünvanları ile değil, bilgi düzeyleri ve kendi alanlarında bilime yaptıkları katkı ile ölçülür.

Üniversitelerin ana görevi yeni bilgi üretmektir.  Üniversite öğretim üyesi, bir konuyu kitaptan okuyarak sınıfta öğrencilerine anlatan insan demek değildir.  Öğretim üyesi, bilimin sınırlarını ilerleten araştırmalar yapan, bu bilimsel çalışmaları uluslararası akademik dergilerde yayınlanan ve yaratılmasında kendisinin de payı olan en son bilimsel bulguları öğrencilerine aktaran insandır.  Dolayısı ile böyle bir bilim insanından ders alan üniversite öğrencisi, en son bilimsel metodları ve en yeni bilgileri kaynağından öğrenmiş olur.

Üniversite öğretim üyelerinin bilgi ve uzmanlık kalitelerinin en önemli göstergesi, bu insanların kendi dallarında dünya bilim literatürüne yapmış oldukları katkılardır. Bu katkılar, bilim insanlarının yaptıkları araştırmalar sonucunda ortaya çıkardıkları yeni bilgilerin önemi ve yoğunluğu ile ölçülür. Bunun ölçüsü ise, öğretim üyelerinin uluslararası hakemli akademik dergilerde yayınladıkları bilimsel makalelerin miktarı ve kalitesidir.

İkinci  önemli gösterge, bilim insanının yaptığı yayınların aynı konu üzerinde çalışan diğer bilim insanları tarafından ne derece önemsenip dikkate alındığıdır. Bunun ölçüsü ise, yayınlanan bir makaleye başka bilim insanları tarafından daha sonraki tarihlerde yazılan makalelerde ne kadar atıf yapıldığıdır.  Örneğin Dr. Ahmet ve Dr. Mehmet yaptıkları araştırmaların sonuçlarını aynı yıl uluslararası akademik bir dergide yayınlamış olsunlar. Bu, onların kendi konularına hakim oldukları ve o konuda yeni bilimsel bilgi üretecek kadar kapsamlı oldukları hakkında bir göstergedir. Bu makaleler basıldıktan birkaç yıl sonra, Dr. Ahmet’in makalesinde yer alan bulgulara atıf yapan 2 başka makale basılmış olsun. Öte yandan, Dr. Mehmet’in makalesinde ortaya sunduğu yeni bilgileri kullanan ve onlara atıf yapan 20 makale basılmış olsun.  Bu durum, Dr. Mehmet’in keşfettiği ya da ortaya çıkardığı yeni bulguların bilim dünyasınca daha önemli bulunmuş olduğu anlamına gelir.

Dünyanın her yerinde bilim insanlarının kaliteleri yapmış oldukları uluslararası akademik yayınlar ve bu yayınlara yapılan atıflar ile ölçülür.  Bu kriterler belli olduğu için, öğretim üyesinin kalitesini (kendi alanında uluslarası düzeyde bilgi sahibi olup olmadığını) ölçmek zor değildir. Bu ölçümü yapan organlar zaten var olduğu için, önemli olan nereye bakılması gerektiğinin bilinmesidir. Bu konuda çok faydalı ve kullanması son derece kolay olan bir alet, scholar.google.com web sitesidir.

Google’ın bir uzantısı olan scholar.google.com sosyolojiden mühendisliğe, felsefeden ekonomiye kadar, konuları ne olursa olsun dünyanın bütün bilim insanlarının yaptıkları yayınları derleyen ve bu yayınlara yapılan atıfları hesaplayan bir sitedir.

Üniversite Kalitesi Ölçme Rehberi: Akademik Yayınlar

Bir üniversitenin herhangi bir bölümünün bilimsel kalitesini ölçmek için yapılması gereken:

  • O bölümün web sitesine giderek öğretim üyelerinin ad ve soyadlarını bir liste halinde yazın. Her öğretim üyesinin durumunu ayrı ayrı inceleyeceksiniz.
  • Internette scholar.google.com adresine gidin.
  • Önünüze çıkan pencereye öğretim üyesinin adını ve soyadını girin. Googlescholar size bu kişinin yapmış olduğu yayınların isimlerini, nerelerde yayınlanmış olduklarını ve kaç adet atıf (citation) aldıklarını gösterecektir.

1) Makalenin başlığı 1. satırda görünür.

2) Makalenin yazarları, makalenin hangi yılda ve nerede basıldıği 2. satırda görünür.

3) Onun altındaki paragrafta makalenin özeti vardır.

4) En alt satırda ise makaleye yapılan atıf sayısı görülür. Makaleye yapılan atıf sayısı, “Cited by” sözcüklerinden sonraki rakamdır.

Önemli noktalar:

  • İsim karışıklığına dikkat etmek gerekir.  Aynı isimli birden fazla bilim insanı mevcut olabilir.  Ayrıca, birden fazla  yazarı olan makalelere dikkat etmek gerekir. Örneğin Mehmet Arslan adlı kişinin yaptığı çalışmaları arıyorsanız, scholar.google.com size Mehmet Kaplan ve Ahmet Arslan adlı iki bilim insanının birlikte yazdıkları makaleleri de de ortaya çıkaracaktır. İsimleri scholar.google.com’a yazarken “tırnak” içine almak yararlı olsa da, bulunan makalelerin sizin aradığınız bilim insanının ait olup olmadığına dikkat etmek gerekir.
  • Scholar.google.com’un listesi ortaya çıktıktan sonra Türkçe makaleleri, ve İngilizce yazılmış fakat Türk dergilerinde basılmış makaleleri ihmal edin. Bunların bilimsel önemi yoktur. Bunun örnekleri Türk üniversitelerinin ve bankaların çıkardıkları dergilerdir. Bu makaleleri elimine edin. Türkiye hakkında yazılmış makaleler içinde bile, bilimsel değeri olanlar çok özel durumlar haricinde uluslararası hakemli bilimsel dergilerde İngilizce basılırlar.
  • Danışmalık raporu, internet yazısı vs. şeklinde yazılmış yazıların bilimsel değeri yoktur. Elimine edin.
  • Makale, scholar.google.com’da görünse bile, hangi uluslararası dergide basıldığı belli değilse, ihmal edin.
  • Geriye kalan makaleler, bu kişinin bilgisinin ve bilime yaptığı katkının göstergesidir.
  • Bu makalelerin altındaki atıf sayıları (Cited by), bu katkıların diğer bilim insanları tarafından ne derece dikkate alındığının göstergesidir.
  • Unutmamak gerekir ki, doktorasını yeni almış bir Yardımcı Doçent ile, uzun yıllardır araştırma yapan bir Profesörün makale ve atıf sayıları farklı olacaktır.
  • Bazı araştırmalar bir ya da iki araştırmacı tarafından yapılırlar ve dolayısıyla bu makalelerin bir ya da iki yazarı olur. Bazı akademik makalelerde ise yazar sayısı çok daha fazla olabilir. Makaleye yapılan atıf sayısını o makalenin yazar sayısı ile oranlamak mantıklıdır.
  • Bilimsel makale basma yoğunluğu bilim insanının bölümüne göre değişir. Örneğin, biyoloji ve kimya gibi laboratuvar yoğunluğu olan bölümlerde laboratuvarlarda gruplar halinde yapılan deneylerden bir konuda çok sayıda makale üretilebilirken, bu durum sosyal bilimlerde mümkün değildir. Dolayısıyla, iki bilim insanının makale sayısını karşılaştırırken bunların aynı bilim dalında olmalarına dikkat etmek önemlidir (bir fizikçinin makale sayısı ile bir sosyoloğun makale sayısı karşılaştırılamaz).
  • Son ve önemli bir nokta ise, makalelerin basıldıkları dergilerin önem sıralamasıdır. Her bilim dalında bazı dergiler önemli ve çığır açan araştırmaların basıldığı yerlerdir. Yine her alanda, daha alt düzeyde, ve daha az önemli makaleleri basan dergiler vardır. Bu nedenle, uluslararası dergilerde basılmış da olsalar, bilime yapılan katkının önemi açısından her makalenin kalitesi diğerine eşit değildir. Üst düzey akademik dergilerde makale basmak daha önemli bir başarıdır bilim insanı açısından. Hangi akademik derginin daha prestijli olduğunu anlamak için o bilim alanının akademik dergilerinin kalite sıralamasına dikkat etmek gerekir. Burada çetrefilli durumlar ortaya çıkabilir. Örneğin, Dr. Ali’nin en önemli akademik dergilerden birinde basılmış bir makalesi olsun, fakat bu makale sadece 20 adet ithaf almış olsun. Öte yandan Dr. Veli’nin üçüncü sınıf bir akademik dergide basılmış makalesi 200 ithaf almış olsun. Diğer bir deyişle, Dr. Ali’nin makalesi önemli ve prestijli bir dergide basılmış olmasına rağmen, Dr. Veli’nin daha mütevazi bir dergide basılmış olan makalesi bilim dünyasının ilgisini daha çok çekmiştir.  Bu durumda, makalelerin kendilerini okuyup fikir sahibi olmadan Dr. Ali ile Dr. Veli’yi sıralamak biraz güç olabilir.  Fakat bu detay şimdilik göz ardı edilebilir.        Türkiye için birinci derecede önemli mesele, üniversite öğretim üyelerinin kendi konularında uzman olmaları, konularındaki bilimsel gelişmeleri yakından takip etmekle kalmayıp, bilimin sınırlarını ilerleten yeni ve özgün araştırmalar yapmaları ve bilime yaptıkları  bu katkıları uluslararası akademik dergilerde (bu dergiler mütevazi bile olsa) yayınlayabilmeleridir.

scholar.google.com vasıtası ile kolayca yapılabilecek bu analiz sonucunda her üniversitenin her bölümündeki her öğretim üyesinin yaklaşık kalite düzeyini, ve dolayısıyla bölümlerin kalite düzeylerini ortaya çıkarabilir ve değişik üniversitelerin bölümlerini karşılaştırabilirsiniz.

Twitter: @NaciMocan

 

Kaliteli Eğitim Neden Talep Edilmez?

Satıcılar, sattıkları malın gerçek kalitesini bilirler. Fakat bazı piyasalarda alıcıların satın almayı düşündükleri mal ve hizmetlerin kalite düzeylerini gözlemlemeleri mümkün olmayabilir. Diğer bir deyişle, malın kalitesi hakkında alıcı ile satıcı arasında bilgi asimetrisi olabilir.

Örnek olarak, diyelim ki ikinci el otomobil almaya karar verdiniz. Piyasada beğendiğiniz model otomobilden görünüş olarak birbirine benzeyen 10 adet satılık araç olsun. Bu araçların fiyatları birbirlerinden farklı, fakat alıcı olarak sizin bu araçlar arasındaki kalite farkını ayırt etmeniz mümkün olmasın.  Bu durumda alıcılar nasıl davranır, satıcılar nasıl davranır ve piyasada nasıl bir denge oluşur?

Ekonomist George Akerlof’a 2001 yılında Nobel Ödülü getiren bilimsel çalışmalar göstermiştir ki malın kalitesi hakkında alıcı ile satıcı arasında bilgi asimetrisi olan piyasalarda, kaliteli ürünlere talep olması mümkün değildir. Akerlof ve diğer ekonomistlerin matematiksel modellerle ispat ettiği bu dengenin oluşma nedeni basittir. Bu tip piyasalarda alıcılar satın almayı planladıkları ürünün kalitesini değerlendiremedikleri için, birbirine benzeyen ürünler içinde daha pahalı olanı almaktan kaçınırlar; bu nedenle daha pahalı olan ürüne talep olmaz. Dolayısıyla, fiyatı daha yüksek (ve kalitesi de daha yüksek ) olan ürünler piyasadan çekilmek zorunda kalırlar. Sonuçta piyasayı düşük kaliteli ve düşük fiyatlı ürünler doldurur. Akerlof’un tabiri ile, piyasa ”çürük limonlar” piyasası haline dönüşür.

Burada önemli olan nokta şudur: Kaliteli ürün satın almak isteyenler bile fiyatı daha yüksek olan malı almaya teşvik edilemezler, çünkü alıcı açısından farklı ürünlerin kalite farklılıklarını ayırt etmenin yolu yoktur. Yukardaki araba örneğinde, dış güzelliği (kaporta vs.) birbirine benzeyen otomobillerin motor kaliteleri birbirinden farklı olduğu halde, alıcı bu kalite farkını göremezse, fiyatı daha fazla olan otomobili tercih etmeyecektir.

Piyasadaki 10 otomobilin satıcıları birbirleriyle rekabet halinde olsalar bile, kalitesi daha iyi olan ve daha pahalı otomobillerin satıcıları mallarının kaliteleri hakkında alıcıya inandırıcı sinyaller veremedikleri sürece, yüksek kaliteli malların alıcı bulması mümkün değildir.

Bu durum, üniversitelerin birinci sınıfında ekonomi derslerinde öğretilen ve aslında çok az sayıda piyasada geçerli olan “tam rekabetilkesinin çökmesinin bir örneğidir.

Satıcı ile alıcı arasındaki bilgi asimetrisinden dolayı çöken piyasaların örnekleri çoktur. Bunların en önemlilerinden biri “Eğitim piyasası” dır. Örneğin, son yıllarda yapılan akademik çalışmalardan biri, okul öncesi eğitim piyasasının bu şekilde bilgi asimetrisinden muzdarip “çürük limon” piyasası olduğunu göstermiştir.

Bu araştırmada okul öncesi (ana okulu) eğitim kurumları piyasası analiz edilmiştir.  Çocuklarını okul öncesi eğitim kurumlarına yazdırmak isteyen anne-babaların önünde fiyat açısından birbirinden farklı alternatif okullar vardır. Anne ve babalar çocukları için yüksek kaliteli eğitim arzu etseler bile, okullar arasındaki kalite farkını ayırt edemedikleri için, çocuklarını daha pahalı okula yollamaktan kaçınırlar. Bu durumda okulların kaliteli (ve daha pahalı) eğitim vermelerinin ekonomik mantığı yoktur. Kaliteli eğitimin üretilmesi okul açısından masraflı olduğundan, ve alıcılar kalite belirsizliği nedeniyle yüksek fiyatlı okullardan uzak durdukları için, okulların bu piyasada yüksek kaliteli eğitim üretme motivasyonları olmaz. Sonuç olarak piyasa düşük kaliteli okullar tarafından ele geçirilir.

Piyasanın Bu Şekilde Çökmesine Engel Olmanın Yolu Nedir?

Alıcı tarafından kaliteye talep olmasına rağmen piyasanın alıcı ile kaliteli ürün satıcısını bir araya getirememesi sebebiyle ortaya çıkan bu sorunun çözümü, problemin temelinde yatan “bilgi asimetrisi”ne çare bulmaktan geçer.

Bazı durumlarda üreticiler mallarının kalitesi konusunda inandırıcı sinyalleri tüketicilere kendileri ulaştırabilirler. Bunun bir örneği “Garanti Belgesi” dir. Benzerlerinden daha yüksek fiyatlı bir malın kalitesinin de daha yüksek olduğunun bir göstergesi, satıcının o malın kalitesini “garanti etmesi” ve alıcıyı kalite hakkındaki şikayetlerin tatmin edileceğine inandırması ile olur. Bunun çok kullanılan bir örneği bazı malların kırılma/bozulmaya karşı satıcı tarafından belli bir süre bedelsiz yenilenmesi taahhüdüdür.

Fakat “Garanti Taahhütü”nü her mal ve hizmet için gerçekleştirmek zordur. Örneğin, fabrikadan yeni çıkmış sıfır kilometrede otomobiller için garanti taahhütü yapılabilir, fakat ikinci el otomobiller için bu taahhüdün yapılması zordur. Aynı şekilde, garanti taahhüdünün hizmet piyasalarında uygulanması zordur.

Satıcı ile alıcı arasındaki bilgi asimetrisinden dolayı oluşan bu problemin daha geniş kapsamlı bir çözümü, mal veya hizmetin kalitesi konusundaki bilginin alıcıya bir üçüncü şahıs tarafından verilmesidir. Bu üçüncü şahıs, devlet ya da özel sektör olabilir.

Yukarda bahsedilen okul öncesi eğitim kalitesi hakkındaki bilgi asimetrisi problemine önerilen (ve bu öneriden sonra Amerika’da başarı ile uygulanan) çözüm, eğitim kurumlarının kalitelerinin bağımsız bir organ tarafından değerlendirilmesi ve bu bilginin halka ulaştırılmasıdır. Bu da, okulların öğrencilere verdikleri eğitimin kalitelerinin incelenip değerlendirilerek her okula verilen kalite puanının ilan edilmesi ve bu işlemin her yıl yenilenmesi ile olur.

Bu sistem sayesinde alıcılar birçok alternatif okulun kaliteleri hakkında bilgi sahibi olmakta ve daha kaliteli eğitim talep edenler bu talebin hangi okullar tarafından karşılanabileceğini görebilmektedirler. Öte yandan okullar bu sistem sayesinde kalitelerini alıcılara gösterebildikleri için, okulların kalitelerini artırmalarına imkân doğmuş olmaktadır.

Türkiye’nin Üniversite Piyasası

Türkiye’deki üniversite eğitimi yukarda bahsedilen “çürük limon” piyasasının bir örneğidir, çünkü üniversiteye girme çabası içinde olan öğrencilerin tercih etmeyi planladıkları üniversite ve bölümlerin kaliteleri hakkında gerçekçi fikirleri yoktur.  Üniversite öğrencileri, okudukları bölümün kalite düzeyinden büyük ölçüde habersiz oldukları ve kalitenin nasıl ölçüldüğünü bilmedikleri için, daha yüksek kaliteyi talep etme durumları yoktur. Bu nedenle, üniversitenin de üretim masraflarını artırarak kaliteyi yükseltme eğilimi yoktur.

Üniversite giriş puanları, kalitenin güvenilir göstergesi değildir, çünkü giriş puanları adı geçen üniversite ve bölüme olan talebin göstergesidir. Bu talep, üniversitelerin gerçek kaliteleri ile birlikte, o üniversiteler hakkında ortaya çıkmış olan imajdan etkilenir. Gerçek kalitenin öğrenci tarafından belirlenmesinin zor olduğu durumlarda, üniversitelerin kalite imajları, aslında kalite ile hiç ilgisi olmayan yöntemler vasıtası ile manipule edilebilirler. Örneğin üniversiteler reklamlar ile ve bazı öğretim üyelerinin medyada görünürlük sağlamaları sayesinde üniversitenin isim ve marka değerini oluşturmayı, ve bu isim aşinalığının öğrenciler tarafından kalite ile bağdaştırılacağını planlayabilirler. Bu ve benzeri yöntemlerle (yeni binalar, spor salonları vs) “kalite imajı” yaratılan ve aslında eğitim kalitesi düşük olan üniversitelerin giriş puanları yüksek olacaktır.

Uzun vadede, üniversitelerin kaliteleri iş piyasaları tarafından belirlenebilir. “A” üniversitesinin mühendislik fakültesinin uluslararası bilgi ve donanıma sahip öğretim üyelerinden oluştuğunu ve bu sayede “A” üniversitesinde mühendislik öğrencilerine üst düzeyde eğitim verildiğini düşünelim. Buna mukabil, “B” üniversitesi kalitesiz ve bilgisiz öğretim üyelerinden oluşmuş olsun. Bu iki üniversitenin öğrencilerinin kapasiteleri aynı olsa bile “A” üniversitesinden mezun olanlar daha bilgili ve daha üretken olacaklardır. İş piyasasında bu iki grup mezunla muhatap olan işverenler, mezunlar arasındaki üretkenlik farkını gördükten sonra, “A” üniversitesi mühendislik mezunlarını tercih edeceklerdir. Bunun sonucunda “A” üniversitesi mezunlarının iş bulma olanakları daha yüksek ve maaşları daha yüksek olacaktır. Bu durumu gözlemleyen lise mezunları iseA” üniversitesinin daha kaliteli eğitim verdiği sonucuna varacakları için “A” üniversitesine olan öğrenci talebi artacaktır.

Bu durum, iş piyasasının kaliteli ve kalitesiz üniversiteleri ayırmak açısından öğrencilere nasıl bilgi verdiğinin örneğidir. Fakat üniversite kalite sinyalinin bu şekilde işveren üzerinden öğrenciye ulaşması uzun yıllar alacak bir süreçtir ve özellikle yeni açılan üniversitelerin kalitelerinin bu şekilde belirlenebilmesi mümkün değildir.

Ayrıca, “işveren vasıtası ile kalite sinyalinin ortaya çıkarılması” her eğitim dalı için kolay değildir. Örneğin, üniversitelerin felsefe bölümlerinden mezun olan bireylere özel sektörde talep yoksa, “işverenin talebine dayanarak üniversitelerin felsefe bölümlerinin kalitesinin belirlenmesi” imkânsızdır.

Bu sebepler dolayısıyla, lise ve üniversite öğrencilerinin üniversitelerin kalitelerinin ölçülmesi konusunda fikir sahibi olmaları, kaliteli üniversitelere olan talebi artırmak ve bu sayede üniversiteleri eğitim kalitelerini yükseltmeye teşvik etmek açısından çok önemlidir. Bunun nasıl yapılacağını bir sonraki yazıda anlatacağım.

Twitter: @NaciMocan