Aylık arşivler: Mart 2015

TŰRK İNSANI ÇALIŞKAN MI?

“Tűrk insanı çalışkan mı?”  Bu sorunun objektif cevabını vermek için, Tűrkiye’de insanların ne kadar çalıştığına ve bu miktarın diğer űlkelere kıyasla ne durumda olduğuna bakmak gerekir.  Her űlkede bir yıl içinde çalışılan toplam saat miktarını, o űlkenin çalışma yaşında olan (15-64 yaş arası) insan sayısına bölersek çıkan rakam, o űlkede çalışma yaşındaki insanların yılda ortalama kaç saat çalıştıklarını gösterir.

Aşağıdaki grafik, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD)’den alınan verilerle, Tűrkiye’de ve bazı diğer űlkelerde yıllık ortalama çalışma saati miktarlarının 1990’dan bu yana durumunu gösteriyor.

Mankiw_Turkiye_2

Görűldűğű űzere Tűrkiye’de kişi başına yıllık çalışma saati ortalama 850 civarı iken, Fransa’da insanlar yılda yaklaşık 950 saat çalışıyorlar.  Almanlar kişi başına yılda ortalama 1,050 saat çalışırken, bu rakam İngiltere’de 1,200 saate ulaşmış durumda.

Tűrkiye, OECD űlkeleri arasında, kişi başına çalışma saati açısından, insanların en az çalıştıkları űlke.

Aşağıdaki tablo, bu durumu başka bir şekilde gösteriyor.  Bu tabloda űlke isimleri birinci sűtunda, bu űlkelerde 2005-2012 arasında kişi başına çalışılan ortalama saat miktarı ikinci sűtunda gösterilmiş durumda.  Tablonun űçűncű sűtununda ise, her űlkedeki ortalama çalışma saatinin Tűrkiye’ye oranla ne durumda olduğu gösteriliyor.   Őrneğin, Tűrkiye’de 2005-2012 arası kişi başı ortalama çalışılan saat 844 iken, İtalya’da bu rakam 1,141.  Diğer bir deyişle, űçűncű sűtunda gösterildiği űzere, İtalya’da Tűrkiye’den %35 daha fazla çalışılıyor.

Tablo_1

Tűrkiye ile diğer űlke insanlarının çalışma eğilimleri arasındaki uçurum âşikar.  Őrneğin, Kanada’ da fert başına Tűrkiye’ye oranla %51, Gűney Kore’de ise %76 daha fazla çalışılıyor.

Tűrkiye’de kişi başına çalışma saatinin neden bu kadar dűşűk olduğunu bir sonraki yazıda açıklayacağım.  Fakat daha önce, bu kadar az çalışmanın toplum refahına olan etkisini açıklamakta fayda var.

Bir űlkenin refah seviyesinin  önemli göstergesi, o űlkede kişi başına dűşen gelirdir.  Bu da, o űlkede bir yıl içinde elde edilen Gayrı Safi Milli Hasılanın (GSMH) o űlkedeki insan sayısına bölűnmesiyle elde edilir.

Bu terimin (Gayri Safi Milli Hasıla – GSMH) Tűrkçesi ise űlkede űretilen mal ve hizmetlerin, ve dolayısıyla, ortaya çıkarılan űretimin toplam değeri.  Bunun içinde űlkede űretilen her şeyin değeri var.  Çiftçilerin űrettiği buğday, karpuz ve elma, balıkçıların tutup sattığı balık, inşaat işçisinin,  mimarının ve műhendisinin çalışmasıyla űretilen binaların değeri, otellerin ve lokantaların műşterilere sundukları hizmetler, seyyar satıcının sattığı malın katkısı, banka memurunun műşterisine verdiği hizmetin değeri, doktorun hasta muayene ederken ortaya çıkardığı sağlık hizmetinin değeri; kısaca toplumda ne űretilmiş ise, onların toplam değerlerine GSMH diyoruz.  Bu ortaya çıkan toplam değer, tabii ki toplumun bireylerine gelir olduğu için, GSMH o űlkenin toplam geliri anlamına geliyor.

GSMH’yı insan sayısına (Toplam Nűfusa) böldűğűműzde, o űlkedeki kişi başına geliri buluyoruz.

Eq1_10

Kişi başına gelir Tűrkiye’de yaklaşık 11,000 dolar iken, bu rakam İspanya’da 30,000 dolar, Fransa’ da 43,000 dolar, Almanya’da 46,000 dolar ve ABD’de 53,000 dolardır.

Ortalama vatandaşın refah dűzeyini gösteren kişi başına geliri, geçici değil, kalıcı olarak yűkseltecek politikaların tesbit edilmesi ve uygulanması, her űlkede ekonomistlerin ve politikacıların hedefleri arasındadır.

Kişi başına gelir (GSMH’nin Toplam Nűfusa bölűnmesi), aşağıda gösterildiği űzere, 3 parçaya ayrılabilir.

Eq2_12Bu demektir ki, toplumun refahının göstergesi olan Kişi Başına Gelir,  yukardaki eşitliğin sağ tarafında olan 3 terimin çarpımına eşittir ve dolayısıyla bu terimlerden etkilenir.  Bu terimlerin artması, kişi başına dűşen gelirin yűkselmesini sağlar.  Bu terimleri teker teker inceleyelim.

Eq3_8    Bu terim, toplumun 15-64 yaş grubundaki insan sayısının toplam nűfusa oranını gösterir.  Bu oran yűksek ise, çalışabilecek durumda olan (yani çok genç ya da çok yaşlı olmayan) insanların oranı toplumda yűksek demektir.  Bu oranın yűkselmesinin kişi başına dűşen gelir miktarını nasıl etkilediğini görmek için basit bir örnek dűşűnelim.  Űlke 100 kişiden oluşsun ve bu nűfusun 50 kişisi 15-64 yaş arasında olsun.  Bu insanların hepsi çalışıp űretse bile, toplumun ortalama geliri, bu 50 kişinin űrettiği gelirin toplam nűfus olan 100 kişiye bölűnmesi ile oluşacaktır.  Őte yandan, aynı űlkede 15-64 yaş grubunda 50 yerine 80 kişi olduğunu varsayalım.  Bu durumda, űretim potansiyeli olan insan sayısı daha fazla olduğu için, bu insanların çalışması durumunda, 80 kişinin űretimi 100 kişiye pay edilecek, ve dolayısıyla, kişi başına gelir miktarı daha yűksek olacaktır.

15-64 yaş grubunun nűfusa oranı bir çok űlkede %65 civarındadır ve zaman içinde fazla değişmez.  Bu oran Tűrkiye’de %67’dir.  Bu demektir ki, Tűrkiye’nin kişi başına gelirinin diğer űlkelere göre dűşűk olmasının nedeni, çalışma yaşındaki nűfus oranının dűşűklűğű değildir.

Eq4_8   Bu terim, űlkedeki toplam űretimin toplam çalışma saatine bölűnmesi ile elde edilir, ve dolayısıyla saat başına elde edilen űretimi belirtir.  Bu ise, o űlkenin verimlilik dűzeyinin bir göstergesidir.  Bu oranın artması, her bir çalışma saati ile daha fazla űretim yapıldığı anlamına gelir; ve bu da ortalama geliri (kişi başına geliri)  artırır.

Çalışılan her bir saat başına elde edilen űrűn miktarını gösteren bu terimi nasıl artırabiliriz űlke ekonomisinde?  Bu terimi artırmanın bir yolu çalışanların daha fazla teknoloji ve fiziki sermaye kullanmalarıdır.  Őrneğin, bir  işçinin kazma kűrek kullanarak 2 saatte yaptığı bir işi, başka bir işçi makine kullanarak bir saatte yapabiliyorsa, bu demek olur ki, aynı űretim daha az saatte yapılmıştır; ve bu da űretkenliğin artması anlamına gelir.

Fakat, űretkenliği, yani saat başına elde edilen űrűnű, yeni teknolojiler kullanarak artırmak, özellikle gelişmekte olan űlkelerde sűrekli olarak uygulanabilecek bir strateji değildir.  Őrneğin bankada çalışan memurların bir mesai saatinde  űrettikleri hizmet miktarını, bu bankalara bilgisayar ve para sayma makineleri alarak artırabiliriz.  Fakat bu űretkenlik artışını sűrekli olarak tekrar edebilmek zordur, çűnkű para sayma makinelerinin ve bilgisayarların hızı her yıl, bir önceki yıla göre, artmaz.  İnşaatlarda kazma-kűrek yerine harç makinesi kullanarak işçinin űretkenliğini dört katına çıkarabilirsiniz, fakat harç makinesi teknolojisi sűrekli olarak aynı hızda gelişmediği için inşaat işçisinin űretkenliğini sűrekli olarak artırmak zordur.

Ayrıca ve çok önemli olarak, şunu da hesaba katmak gerekir ki, artan teknolojileri etkili olarak kullanabilmek için çalışanların eğitim dűzeyi ve kalitelerinin de artması gerekir ki, bu da eğitim dűzeyi dűşűk űlkeler için bir handikaptır.

Dolayısıyla, çalışanların űretkenliğinin göstergesi olan saat  başına elde edilen mal ya da hizmet miktarını (İngilizce’den adapte tabiriyle, produktiviteyi) sűrekli olarak artırmak çok zordur.

Gelelim űlkedeki kişi başına geliri belirleyen son terime: Eq5

Yazının başında belirtildiği űzere, bu terim, 15-64 yaş arasında olan, çalışma yaşındaki insan grubunun yılda ortalama kaç saat çalıştığını gösterir.  Bu rakam Tűrkiye’de yaklaşık  850 saat iken, Slovakya’da 1,020, Almanya’da 1,054, Polonya’da  1,155,  ABD’de 1,200 Japonya’da 1,400 saatdir.

Tűrkiye’de  kişi başına çalışılan saat miktarının bu derece dűşűk olmasının Tűrkiye’nin gelir seviyesinin dűşűk olmasına doğrudan etkisi vardır.  Diğer bir deyişle, çalışılan saat miktarının yűkselmesi, kişi başına dűşen geliri yűkseltecektir. Daha da önemlisi, çok basit teşvik politikaları ile kişi başına çalışılan saat miktarının artmasını sağlamak, (hem de kısa vedede), zor değildir.

Tűrkiye’nin kişi başına geliri 11,00 dolar civarındadır.  Bu rakamı, on yıl içinde, bu seviyeden 17,000 dolar seviyesine  yűkseltmek hedefi koyduğunuzu farzedelim (ki, bu da Uruguay ve Slovak Cumhuriyeti’nin bugűnkű gelir dűzeyidir).  Bu, gűzel bir hedef olmakla birlikte, böyle bir amacın gerçekleşmesi, eğer Tűrkiye’de kişi başına çalışma saati artmaz ise, műmkűn değildir.

Diğer bir deyişle, birisinin size şunu söylediğini  dűşűnűn. “Ben de komşum kadar zengin olmak istiyorum.  Ama, komşum kadar eğitimim yok. Ayrıca, komşum kadar çalışmak ta istemiyorum! Nasıl zengin olurum?””

Böyle bir sorunun cevabını vermek için ekonomist olmak gerekmiyor.

Sonuç olarak, az çalışma ile çok űretim ve çok gelir elde etmek, eğitim seviyesi ve beşeri sermayesi dűşűk olan űlkelerde imkân dahilinde değildir.

Tűrkiye’de kişi başına çalışılan saat miktarının dűşűk olmasının sebebi nedir? Bu problemin çözűmű var mıdır?  Evet vardır!  Bunu, bir sonraki yazıda anlatacağım.

Seçim Nasıl Kazanılır (ve Kaybedilir)?

Yaklaşan seçimler öncesinde, partilerin almaları gereken önemli bir karar, ellerindeki kaynakları en etkin biçimde nasıl kullanacakları.   Diyelim ki, partinizin seçim bűtçesi 50 milyon TL, ve sizin adaylarınız 85 seçim bölgesinde diğer partilerin adayları ile yarışacaklar.  Elinizdeki bűtçeyi bu 85 seçim bölgesi arasında nasıl pay edeceksiniz?  İlk akla gelen, ve mantıklı gözűken cevap, bűtçeyi her bölgeden çıkacak milletvekili sayısına oranlı şekilde dağıtmak.  Őrneğin  Bursa’dan 18 milletvekili çıkacağına göre, ve bu rakam seçilecek toplam 550 milletvekilinin yaklaşık %3’ű  olduğuna göre, Bursa’daki seçim kampanyası harcamaları için bűtçenin %3’ű ayrılmalı denebilir.

Bu yanlış bir karar olur.

Ekonomistlerin bu soruya vereceği cevap şudur:  Her seçim bölgesinde harcanacak her bir TL’sının ne kadar etkili olacağını öğrenmek, ve bűtçeyi bu hesaba göre, paranın en verimli olacağı yerlere aktarmak gerekir.

Harcanacak paraların hangi bölgelerde ne kadar etkili olacağını nasıl anlayacağız?   Bunun cevabını verebilmek için, öncelikle, her seçim bölgesinde milletvekilliklerinin oylara göre nasıl  dağıtıldığını bilmek gerekir.

Tűrkiye’de kullanılan seçim metodu, nisbi temsil d’Hondt metodudur. Bu metodun detayını bir örnekle anlatmak daha kolay. Diyelim ki, bir şehirden 7 milletvekili çıkacak.  Her parti, seçimden önce, kendi partisinin 7 milletvekili adayının sıralandığı listeyi ilan eder.

Őrnek olarak, seçime giren 5 parti olduğunu varsayalım.  Bu partilere A partisi, B partisi, C partisi, D, ve E partisi diyelim ve bu 5 partinin de ulusal seçim barajını aştığını varsayalım. Bu şehirde A partisi oylarin %33’űnű almış olsun.  B partisi %25 oy alsın.   Diğer partilerin oy oranlarının da şu şekilde olduğunu varsayalım: C partisi: %20,  D partisi: %12,  E partisi: %10.

Seçimden sonra, her partinin aldığı oy oranı, sırasıyla  1’e, 2’ye, 3’e, 4’e, 5’e, 6’ya ve 7’ye bölűnűr.  Bu bölűmlerden ortaya çıkan rakamların en bűyűk 7 tanesi hangi partiye ait ise, o partilerin listelerindeki adaylar sıra ile milletvekili olma hakkını kazanırlar.

Aşağıdaki tablo bu hesabı gösteriyor.

tablo_1

Parti isimleri birinci sűtunda belirtilmiş durumda.   Bu şehirden 7 milletvekili çıkacağı için, her partinin oy oranı sırayla 1’den 7’ye kadar bölűnűyor.   Őrneğin, A partisinin aldığı oy oranı %33.  A partisinin aldığı oyu 1’e bölersek 33,  2’ye bölersek 16.5,  3’e bölersek 11, 4’e bölersek 8.3, vs. buluyoruz.  B partisinin aldığı oy oranı %25.  Bunu 1’e bölersek 25, 2’ye bölersek 12.5,….. 7’ye bölersek 3.6 buluyoruz. Bu bölmelerin sonucunda ortaya çıkan en bűyűk rakamlar koyu siyah ile belirlenmiş durumda. En bűyűk  rakam 33, ve bu rakam A partisine ait.  Bu demektir ki, ilk milletvekili A partisinden seçilmis durumda.  İkinci bűyűk rakam 25, ve B partisine ait.  Bu demek ki, bu şehirden seçilen ikinci vekil, B partisinden.  En bűyűk űçűncű rakam 20, ve C partisine ait; yani şehrin űcűncű milletvekili C partisinden, vs.

Sonuç olarak, bu şehirden çıkacak 7 milletvekilinden űçűnűn A partisinden, ikisinin B partisinden çıktığını, C ve D partilerinin ise birer milletvekili kazandığını görűyoruz. E partisi ise milletvekili çıkaramamış durumda.

Şimdi aynı şehre bir daha bakalım.  Fakat,  B partisinin %2 oyu E  partisine kaymış olsun.  Yani, diğer partilerin oy oranları aynı kalsın, fakat sadece B partisinin oyu % 25’ten  %23’e insin ve E partisinin oyu %10’dan %12’ye çıksın.  Bu %2 lik oynama bakın ne ciddi bir sonuç değişikliği yaratacak.

Tablo_2_2

Yukardaki tablo bu yeni oy dağılımının sonucunu gösteriyor. % 2’lik oyun B Partisi’nden E Partisi’ne kayması, A partisinin milletvekili sayısını 3’ten 2’ye indirirken  E partisinin milletvekili sayısını sıfırdan bire çıkardı.  Yani, %2’lik oyun B’den E’ye kayması, A Partisi’nin milletvekili koltuğunu E partisine getirdi.  Tabloda, A partisinin kaybettiği vekillik kırmızı, E partisinin kazandığı vekillik ise yeşil renkle gösteriliyor.

Bu örnek gösteriyor ki, Tűrkiye’deki seçim sisteminin yapısı nedeniyle çok kűçűk oy kaymaları, bir ilden çıkacak bir ya da daha fazla milletvekilinin bir partiden diğerine gitmesine yol açabilmektedir.


Şimdi, 2011 seçimlerinde ortaya çıkmış olan GERÇEK örneklere bakalım.  Yerimiz kısıtlı olduğu için űç örnekle yetineceğiz: Bursa, Bolu ve İzmir-Birinci Bölge sonuçları.

2011 BURSA Seçimi:

Kayıtlı seçmen: 1,876,748; Oy kullanan: 1,678,968; Oy kullanmayan: 197,780; Milletvekili sayısı: 18

Barajı geçen partilerin oyları:

AKP: 875,380 (52.14%); CHP: 412,887 (24.59%); MHP: 238,137 (14.18%)

Partilerin kazandıkları milletvekili sayıları:

AKP: 11; CHP: 5; MHP:2

2011’deki bu seçimde, Bursa’da ortaya cıkan bu sonucun yerine eğer şöyle bir durum olsaydı:

AKP’ye oy veren 875,380 secmenden sadece 474 kisi AKP yerine MHP’ye oy vermis olsaydi, veya 2,212 kişi AKP yerine başka bir partiye (mesela CHP’ye) oy vermiş olsaydı, veya

Oy kullanmamış olan yaklaşık 198,000 kişiden sadece 604 kişi, oy kullanıp oyunu MHP’ye vermiş olsa idi:

AKP 11 degil 10 vekil kazanacaktı. MHP’nin vekil sayisi ise 2 degil, 3 olacaktı.

 Őte yandan, CHP’nin Bursa’dan bir vekil daha çıkarabilmesi için ya AKP’den yaklaşık 41,800 kişiyi, ya da başka partilerden 64,600 kişiyi kendi safhına çekmesi gerekirdi ki, bu kolay değil.

Aynı şekilde, Bursa’da AKP’nin  bir vekil daha kazanabilmesi (11 yerine 12 vekil çıkarması) zordu.  Bu iş için AKP’nin CHP’nin 34,000 seçmenini kendisine çekmesi, veya diğer partilerden 115,500 oy kazanması gerekiyordu ki, bu daha zor ve daha çok efor gerektiren bir hamle.

Bu durum şunu gösteriyor ki, CHP ve AKP Bursa’da bir milletvekili daha fazla çıkarma şansından uzaktılar. Fakat MHP, çok az bir gayretle bir milletvekili daha çıkarma şansını heba etti 2011 yılında Bursa’da.

2011 BOLU Seçimi: 

Kayıtlı seçmen: 200,401 ; Oy kullanan: 180,153; Oy kullanmayan: 20,248; Milletvekili sayısı: 3

Barajı geçen partilerin oyları:

AKP: 103,908 (57.68%); CHP: 35,504 (19.71%); MHP: 28,537 (15.84%)

Partilerin kazandıkları milletvekili sayıları:

AKP: 2; CHP: 1; MHP:0

2011 Bolu seçim sonuçları, yukarda açıkladığımız seçim forműlű çerçevesinde incelendiğinde görűlűyor ki, AKP’nin Bolu’dan bir milletvekili daha çıkarması için CHP’ye oy veren gruptan sadece 732 kişiyi, ya da diğer partilerden, veya oy kullanmayan seçmenlerden 2,900 kişiyi kendi safına çekmesi gerekiyordu.

Diğer bir deyişle, eğer AKP Bolu’da CHP’ye oy veren seçmenler içinden yalnızca 732 kişiyi ikna edebilse, Bolu’nun űçűncű milletvekili CHP yerine AKP’li  olacaktı.

2011 İZMİR 1. Bölge Seçimi:

Kayıtlı seçmen: 1,428,414; Oy kullanan: 1,248,322; Oy kullanmayan: 180,092; Milletvekili sayısı: 13

Barajı geçen partilerin oyları:

AKP: 454,390 (36.32%); CHP: 528,001 (42.38%); MHP: 134,473 (10.77%)

Partilerin kazandıklari milletvekili sayıları:

AKP: 6; CHP: 6; MHP:1

CHP eğer İzmir 1. Bölge’de AKP’ye oy verenlerden sadece 979 kisiyi (AKP secmeninin binde ikisini) kendi safına çekmiş  olsaydı, ya da başka partilerden veya oy vermeyenlerden 2,000 kişiyi sandığa çekebilseydi, bu bölgeden 6 yerine 7 milletvekili çıkaracaktı.

Sonuç olarak, kısaca ozetlemek gerekirse, Tűrkiye’de her partinin bir şehirden kaç milletvekili çıkaracağını belirlemek için kullanılan modelin yapısı nedeniyle, verilen oyların partiler arasında çok az miktarda oynaması bile, milletvekilli dağılımlarını  etkiliyor.

Bu durumda akıllı parti yoneticileri ne yapar?  Yukarda da belirttiğim űzere, mali kaynaklar, en etkili olacak yerlerde kullanılmalı.

Bu da şu demektir:  2011 Bursa, Bolu ve İzmir-Birinci Bölge seçimleri için yapılan yukardaki analizin benzerini, şu an itibariyle her seçim bölgesi için yapmak gerekir.

Milletvekili dağılımını belirleyen (ve yukarıda açıklanan) forműl belli olduğuna göre, ve Tűrkiye’de bilimsel yöntemlerle kamu araştırmaları yapan, ve şehir bazında seçmenlerin tercihlerini başarıyla tahmin eden kuruluşlar bulunduğuna göre, çok az oy farkıyla  kazanılıp-kaybedilecek milletvekilliklerinin nerelerde olduğunu ortaya çıkarmak kolay.

Bu bilgi ortaya çıktıktan sonra da, kaynakları bu belirlenen şehirlere ve bölgelere aktarmak gerek.

Duha Altındağ ile yaptığımız bir çalışma gösteriyor ki, bu yılki seçimde Meclis’e girecek olan 550 milletvekilinin yaklaşık 40’ı bu şekilde, birkaç yűz oyun, en fazla birkaç bin oyun kayması nedeniyle belirlenecek.

40 milletvekilliğinin  bu şekilde kazanılıp-kaybedilmesinin sonucu ise, tek başına iktidar olmak ya da olamamak, veya, muhalefette kalmak ya da iktidar ortağı olmak anlamına gelebilir. 

Parti yoneticileri bu tip bilimsel yöntemleri kullanıyorlar mı? Seçimde belli olacak!

 

 

 

 

 

 

 

İnsanlar Neden Eğitim Almıyorlar?

Bir önceki yazıda, eğitimin  çalışanların  gelirini önemli ölçűde artırdığından bahsetmiştim.  Alınan her bir yıl eğitim, insanların gelirini ortalama olarak, kalkınmış űlkelerde 10 %,  dar gelirli ülkelerde ise %15 oranında artırıyor.  Eğitim eğer bireylerin beşeri sermayelerine ve dolayısıyla kazançlarına bu derece etkiliyse, az eğitimli insanlar (ve az eğitimli űlkeler) neden eğitimlerini artırmıyorlar? Bu sorunun cevabının ardında, aşağıda önem sırası olmaksızın sıralanmış, en az 4 neden bulunmaktadır.

1) Bu nedenlerden ilki bilgi problemidir. Çoğu insan, özellikle yoksul ve az eğitimli kişiler, daha fazla eğitim almanın onların gelirlerini önemli şekilde artıracağından habersizdir. Her ne kadar, eğitimli insanların az eğitimli olanlara nazaran daha fazla gelir sahibi olduğu bilinse de, eğitimdeki az bir artışın gelirleri ne kadar yűkselteceğini anlayamak zordur. Örneğin, ortaokul mezunu bir kişinin bir tıp doktorundan daha az gelir sahibi olduğu bilinir, ama ortaokul mezunu o kişinin eğer lise diploması olsa idi, ne kadar daha fazla geliri olurdu? Bunu bilmek daha zordur. Bilimsel araştırmalardan elde edilen sonuçlar gösteriyor ki, gençler, liseyi bitirmiş olmaları halinde gelirlerinin ne kadar artacağının farkında değiller. Eğer, lise diplomasının gelir artışı sağladığına dair bilgi onlara verilirse, lise bitirme eğilimlerinin arttığı gözleniyor. Aynı şekilde, araştırmalar gösteriyor ki eğer anne ve babalar eğitimin getirisi hakkında bilgilendirilirlerse, onların çocuklarının okula devamlılığı ve sınavlarda başarıları yükseliyor.  Bu yűzden, gelişmekte olan űlkelerde, eğitime olan talebi artırmanın bir yolu, eğitimin gelirlere olan etkisi hakkinda insanları bilgi sahibi yapmak.

2) İkinci sorun ise eğitim karşıtı kültür. Bazı toplumlar eğitime, eleştirel düşünmeye ve aydın olmaya yatkın bir kültüre sahipken, bazı toplumlarda tam tersi bir durum geçerlidir. Farklı ülkelerde bulunmuş bir dikkatli gözlemci, eğitime yakın ve eğitime uzak kűltűrlű ülkeleri kolaylıkla ayırdedebilir. Göstergeler oldukça belirgindir. Eğitim yanlısı ülkelerde, şairlerin ve bilim insanlarının isimlerinin sokaklara ve meydanlara verildiğini görebilirsiniz. Topluma açık alanlarda filozofların, sanatçıların, bilim insanlarının ve yazarların heykellerine rastlarsınız. Eğitim karşıtı kűltűre sahip ülkelerde ise, sokak isimlerinin o űlkenin savaş kahramanlarından oluştuğunu, parklarda sanatçılarin değil siyasetçilerin heykellerini görűrsűnűz. İlk gruptaki ülkelerde her yerde kitapçılar görsűnűz ve  insanların evlerinde kütüphaneler ya da kitap koleksiyonları olduğunu gözlemlersiniz. Bu űlkelerde çoğu semtte kűtűphane vardır ve o semtin sakinleri tarafından kullanılır. İkinci gruba dahil olan ülkelerdeki ortalama insan için kitap ve kűtűphane önemli bir kavram değildir.  İlk gruptaki ülkelerde sanat ve bilim müzeleri sosyal hayatın önemli kurumları iken, ikinci gruptaki ülkelerde çoğu insan ömrü boyunca bir müzenin kapısından içeri adım atmayacaktır.

Sonuç olarak, bir ülkenin kültürel yapısının, o űlke insanının eğitime olan talebi üzerinde  etkisi vardır.  Bu, kötü bir haber gibi gözűkűyor.   Çünkü kültürün değişmeyeceği, değişse bile çok yavaş evrim geçireceğini düşünülűr. Bu inanış tamamen doğru değildir. Ekonomistlerin son zamanlarda gösterdikeri gibi eğer ekonomik, siyasi ve kurumsal çevre değişirse, toplumların kültürel benlikleri de değişir. Bu önemli noktayı ilerki yazılarımda açacağım.

3) İnsanlar eğitimin getirisi konusunda olabildiğince bilgili olsalar ve kültürel mirasları onları eğitime yatkın yapsa bile, bazı durumlarda daha fazla eğitim almamak en iyi seçenek olabilir. Daha fazla eğitimin beşeri sermayeyi ve kazancı artırdığı doğrudur. Ancak herhangi diğer bir yatırım gibi, beşeri sermayeye yapılan yatırımın da bir takım maliyetleri vardır. Őrneğin, eğer insanların yaşam süreleri kısaysa, eğitim iyi bir yatırım olmayabilir. Çünkü bu durumda, eğitiminin finansal getirisi sağlayacak zaman dilimi (eğitim sonu ile emeklilik arası yıllar) kısadır.

Ortalama yaşam süresi 50 yıl olan ve insanların 43 yaşında emekli olduğu bir ülke düşünün (Dünya üzerinde bu kadar düşük yaşam süresi sahip űlker var.  Őrnekler: Nijerya, Kamerun ve Fildişi Sahili). Böyle bir űlkede, ilkokul eğitimini 13 yaşında tamamlamış bir insan düşünün. Bu insan, iş gücü piyasasında 43 yaşında emekli olana kadar, 30 yıl çalışabilir. Eğer bir ilkokul mezununun yıllık kazancı 5,000 dolar ise, ömür boyunca kazanacağı ücret (zaman diskontunu göz ardı ederek) 5,000 kere 30, yani 150,000 dolar olacaktır.

Şimdi bu insanın 6 yıl daha okula devam ettiğini var sayalım. Bu 6 senelik ilave eğitimi tamamladıktan sonra yıllık gelirin 6,000 dolar olduğunu dűşűnelim. Bu insan, eğitimine 6 yıl daha devam ettiği için okulu bitirdiği zaman yaşı 19 olurdu. Bu demek oluyor ki, emekli olana kadar 24 yıl çalışacak vakti vardır (19-43 yaşları arasında), ve bu durumda elde edeceği toplam gelir 6,000 $ x 24 = 144,000 dolardır. Bu örnekteki insan için, 6 yıl daha fazla eğitim almaya değmez çünkü bu ekstra 6 yıllık eğitimin fırsat maliyeti (okula giderken kaybedilen gelir) okulu bitirdikten sonra elde edilecek finansal kazançtan daha fazladır.

Eğer emeklilik yaşı 43 değil de daha yűksek olsaydı (53 gibi), çalışanların önűnde, okula giderek yapılan yatırımın karşılığını alacak daha uzun sűre olacağından, eğitim makul bir yatırım olurdu.

Görüldüğü üzere, çalışma hayatı sűresi kısa ise, daha fazla eğitim almak ekonomik açıdan mantıklı değildir. Eğer kişinin yaşam süresi beklentisi kısaysa ve bulaşıcı hastalıklar, şiddet, savaş, gibi nedenlerden dolayı ölüm ihtimali yüksekse, ya da genç yaşta emeklilik gibi bir sebeple çalışma hayatı sűresi kısalırsa,  eğitime yatırım yapmak eğilimi az olur.

4) Dördüncü sorun maddi zorluk ve eğitim arzı yetersizliğidir. Eğer eğitim almak maddi bakımdan engelleyici ise, insanların eğitime talebi olmaz. Eğitim ücreti, kitaplar ya da öğretim materyalleri öğrencinin ve ailesinin gelir düzeyine oranla yüklü bir miktarda ise, (eğitimin getirisi yűksek olsa bile) eğitim talebi dűşűk olur.  Eğitim bedava olsa dahi, okulda harcanan zaman, o kişiyi para kazanmaktan alıkoyar.  Bu durum, okul parasız olsa bile, eğitime yapılan yatırımın, özellikle lise ve üniversite öğrencileri için masraflı bir yatırım olabileceğini gösterir. Bunu şöyle de dűşűnebiliriz: Bir iş alanına yatırım yapmak isteyen, ve yapacağı bu yatırımın getirisinin yűksek olacağına inanan bir işadamı, bu yatırım için gerekli finansmanı bulamazsa, yatırım gerçekleşmeyecek ve hesaplanan getiri elde edilemeyecektir.

Bir toplumda eğitime talep olmasına rağmen, bazı durumlarda, özel sektör, ya da devlet kurumları tarafından arz edilen eğitim miktarı, talebi karşılamayabilir.

Eğitimin, neden devlet veya özel sektör tarafından yetersiz olarak sağlandığı, ve maddi durumu yetersiz ögrenciler hakkında ne yapılması gerektiği ayrı bir yazımın konusu olacak.  Cevabın içeriğinde, toplumdaki insanlar adına (onların vekili olarak) görev yapan siyasetçilerin motivasyonları, ve finans ve kredi piyasalarındaki problemler gibi konular olacak. Bu çerçevede, “Neden temel eğitim çoğu ülkede zorunlu?”, “Eğitim herkes için parasız mı olmalı?”, “Bankacılık sektörü ve kredi piyasası eğitimdeki aksaklıkları çözebilir mi? gibi soruların cevabını vereceğim.

Eğitim, Verimlilik ve Bireysel Kazanç

Bir önceki yazıda,  űlkedeki eğitim dűzeyinin artmasının o űlkenin gelir dűzeyine doğrudan ve olumlu etkisi olduğunu yazdım. Ancak, ülkeler bireylerin toplamıdır ve “ülke geliri ” bu bireyler tarafından üretilen ürün ve hizmet değerlerinin ta kendisidir. Yani, meselenin temelinde yatan soru, bireyler daha eğitimli olduklarında onların ekonomik üretkenliklerinin ve kişisel gelirlerinin artıp artmağıdır.

Bir işte çalışan insanların gelirleri ile onların eğitimlerinin ilişkisini  incelediğimizde, eğitimli kişilerin gelir düzeylerinin az eğitimli olanlara kıyasla  her zaman daha yüksek olduğunu buluyoruz. Bu bulgu çoğu insan için şaşırtıcı olmayabilir.  Fakat,  eğitim yükseldikçe elde edilen gelirdeki artışın  boyutu şaşırtıcı olabilir.

Aşağıdaki iki grafik, yüksek gelirli bir ülke olan ABD ile, gelişme sürecinde bir ülke olan Türkiye’ de farklı eğitim seviyesine sahip insanların 2010 yılındaki ortalama brüt ücretlerini  gösteriyor.

Blog2_WagesUSA_Turkish

Amerika eğitim düzeyi yüksek bir ülke iken (13.4 yıl) Türkiye’nin eğitim seviyesi Amerika’nın ancak yarısına denktir (6.6 yil).  Fakat, iki ülkede de daha fazla eğitimli insanların aldıkları űcretler, daha az eğitimli olanlara kıyasla daha yüksektir. Amerika’da lise diploması olmayan kişiler saati ortalama 12 dolara çalışırken, lise mezunlarının  ücreti %33 daha yüksektir (16 dolar).  Amerika’da űniversite mezunu olanların kazandığı saatlik ücret, lise mezunlarından %75 daha fazladır (28 dolar).  Yűksek lisans (Master ve doktora) sahibi insanların ortalama saat űcreti ise 35 dolardır.

Blog2_WagesTurk_EnglishAynı yapı Türkiye’de de vardır. Ortaokul düzeyinde ve daha az  öğretim almış bireylerin elde ettikleri saatlik ücret 5.1 TL iken, lise mezunlarının saat ücreti 6.4 TL, yani %25 daha fazladır. Teknik lise mezunlarının saat başı kazandıkları űcret, ortaokul ve daha dűşűk eğitimlilerden %50 daha yüksektir.   Tűrkiye’de űniversite mezunlarının ücretleri ise, lise mezunlarının iki katıdır.

Bunlar, ciddi farklılıklardır; ve, çalışanların maaş ve ücretlerinin onların eğitim düzeylerine göre bu şekilde farklılık göstermesi, dűnyanın her ülkesinde böyledir.  Çin’den İngiltere’ye, Endonezya’dan İsrail’e, bu yapı bütün ülkelerde mevcuttur.

Tabii burada sorulması gereken soru şudur: Ücretlerdeki bu farklar acaba gerçekten eğitimin etkisini mi yansıtır, yoksa başka bir olgunun mu göstergesidir?  Őrneğin, “belki de eğitimli insanlar, bağlantıları ve ilişkileri kuvvetli olan varlıklı ailelerden geliyorlardır.  Bu yüzden, bu tip varlıklı ailelerin çocukları, eğitim almasalar bile, aileleri sayesinde zaten daha fazla gelir sahibi olacaklardı” denebilir.  Eğer bu varsayım doğru ise, durum şudur: Varlıklı ailelerin çocukları, dar gelirli ailelerin çocuklarına oranla daha fazla eğitim alırlar, ve bu varlıklı çocuklar bűyűdűklerinde daha fazla gelir sahibi olurlar.  Fakat, ortaya çıkan bu gelir farkının sebebi eğitim değil, aileler arasindaki servet farkıdır.

Başka bir olasılık daha var. İnsanların zeka ve disiplin gibi özellikleri onların verimliliklerini ve kazançlarını olumlu etkiler.  Dolayisiyla, zeki ve disiplinli insanların bu özellikleri onların gelirlerinin yüksek olmasına sebep olur.  Őte yandan, daha zeki ve disiplinli bireyler okulda daha başarılı olmaya eğilimlidirler. Bu demek oluyor ki, zeki insanlar için okula gidip eğitim almak daha kolay olduğundan, zeki insanlarin eğitim seviyesi daha yüksek olacaktır.  Ve bu tip insanlar genelde daha verimli olduklarından maaş ve ücretleri de yüksek olacaktır. Eğer bu sav doğruysa, insanlar  daha uzun sűre okula gittikleri için değil, okulu bırakanlardan daha zeki oldukları için daha yüksek kazanç elde ediyorlar demektir.

Ekonomistler bu ve benzeri bir çok faktörűn etkilerini hesaba katarak yaptıkları analizler sonucunda, eğitimin kazançlar üzerindeki gerçek  etkisini ortaya çıkarmış durumdalar. Bu alanda yapılan araştırmaların ortaya çıkardığı sonuç sudur: İnsanların zeka düzeyi, azimleri, disiplinleri, ailelerinin serveti  ve kazançlarını etkileyebilecek olası tűm faktörleri hesaba kattıktan sonra, bir yıl daha fazla eğitim sahibi olmak, çalışanın gelirini ortalama %10 artırır.

Daha detaya inmek gerekirse: yaşları, cinsiyetleri, iş tecrübeleri, aile profilleri, zeka düzeyleri ve benzeri bir cok kişisel özellikleri, ve çalıştıkları endüstri alanı da aynı olan iki insanı ele alalım. Eğer bu insanlardan birincisi diğerinden 3 yıl daha fazla eğitim almış ise, aldığı ücret diğerinden %30 daha fazla olur. Bu, eğitimin ücretler üzerindeki direkt etkisidir.

Bu %10 luk getirinin sebebi, eğitimin insanlarin kognitif yeteneklerini (beyni daha iyi kullanarak  analiz yapabilme ve bilgi sahibi olma yeteneği) ve becerilerini geliştirmesidir. Sonuç olarak, daha eğitimli insanlar iş gücü piyasasında daha üretken olurlar ve daha yüksek gelir elde ederler.

Eğitimin maaşlar ve űcretler üzerindeki etkisi düşük gelirli ülkelerde daha fazladir. Gelişmekte olan ülkelerin çalışanları, okula gittikleri her bir yıl için, ücretlerinde %15 artış görürler.  Benzeri şekilde, eğitimin kadınların ücretleri űzerine olan etkisi, erkeklerin ücretleri űzerine olan etkisinden daha bűyűktűr.

Ayrıca, eğitimin getirisi (ücretlere olan etkisinin boyutu) son yıllarda giderek daha da artmaktadir. Eğitim seviyesi yüksek olan bireyler iş gücü piyasasında giderek daha fazla ödüllendirilirken, az eğitimli insanların gelirlerinde bir artış görülmemektedir. Bunun kaynağı, teknolojik gelişmelerin çalışanları bu yeni teknolojileri yetkin bir şekilde kullanabilme ihtiyacinda bırakmasıdır.

Tüm bunların anlamı şudur.  Eğitim, çalışanların beceri seviyesini, verimliliğini ve dolayısıyla gelirlerini artıran çok önemli bir yatırımdır. Bu yatırım, özellikle düşük eğitim düzeyine sahip olan toplumların ekonomik gelişmesi için daha da önemlidir.

Eğitim ve Ülke Kalkınması

İnsanlığın önűndeki en bűyűk zorluklardan biri, farklı űlkelerde yaşayan bireylerin hayat kalitelerinin birbirlerinden çok farklı olmaları.   Ekonomistler, bir űlkenin hayat standardının kuvvetli bir göstergesi olarak o űlkede kişi başına dűşen milli geliri kullanırlar. Űlkelerin kişi başına dűşen milli gelirlerini etkileyen bir çok faktör olmakla birlikte, bunların en önemlilerinden biri, űlkenin ortalama eğitim dűzeyidir.  Daha eğitimli űlkelerde kişi başına dűşen milli gelir daha yűksektir.

Aşağıdaki tablo, bazı ülkelerdeki ortalama eğitim düzeyi ve 2013 yılında kişi başına düşen milli geliri gösteriyor. Örneğin, Fas’taki ortalama eğitim 4.2 yıl ve kişi başı gelir 3,000 dolarken, Turkiye’deki ortalama eğitim süresi 6.6 yıl ve kişi başı gelir 10,900 dolar. Uruguay’da ise kişi başı gelir 16.300 dolar ve ortalama eğitim süresi 8 yıldır.

Kıyaslamak gerekirse, ABD’deki ortalama eğitim 13.4 yıl ve kişi başı gelir 53,000 dolar,  Almanya’da ise ortalama eğitim, 12.7 yıl ve kişi başı gelir 46,000 dolardır.

Blog2_Table_TURKISH

Aşağıdaki grafik, dűnya üzerindeki tüm ülkeleri kullanarak, her bir ülkenin kişi başına düşen gelir miktariyla aynı ülkenin eğitim seviyesini göstermektedir. Görüldüğü üzere, düşük eğitim düzeyine sahip ülkeler fakirken, daha eğitimli ülkeler daha yüksek gelir düzeyine sahiptir.

GDP_EDU_TR

Bu grafikte gösterilen eğitim ile gelirin aynı yönde giden ilişkileri ilginç olmakla birlikte, bu, bir ülkenin eğitim seviyesi arttığı zaman o űlkede kişi başına gelir artacaktır anlamına gelmez.

Eğitiminin  gelir düzeyi üzerindeki gerçek etkisini belirleyebilmek için iki tane ters etkeni hesaba katmak gerekir. Birinci ters etken şudur.   Bir űlke ekonomik olarak kalkındıkça  ve ülkenin milli geliri arttıkça, eğitim sistemine daha fazla kaynak aktarılabilinir, ve yapılan bu yatırım ülkenin eğitim seviyesini yűkseltir.  Bu durumda, eğitimin milli gelire değil, tam tersine, milli gelirin eğitime etkisi vardır.  Bu durumda da grafikteki pozitif ilişki gözlenir, fakat  yorumu farklıdır: Űlkeler eğitimli oldukları için zengin değiller; tam tersine, zengin oldukları için vatandaşlarını eğitebiliyorlar.

İkinci ters etken ise şu olabilir:  Arka planda, hem ülkelerin eğitim seviyelerini, hem de ekonomik gelişimlerini ve gelir dűzeylerini etkileyen bir űçűncű etken olabilir. Őrneğin, bazı ülkelerin insanları kültürel olarak okumaya, yazmaya, düşünmeye, bilime, sanata, ve genel olarak eğitime yakın olabilirler.  Bilime ve eğitime açık olmak  gibi bir kültürel özellik eğer o űlke insanlarını daha yenilikçi, yaratıcı, ve üretken yapıyorsa, bu demektir ki ülkenin eğitim ve gelir seviyelerinin yüksek olmasının asıl sebebi ve gerçek itici güç, o ülkedeki eğitim kűltűrűdűr.

Ekonomistler, bu örneklerdeki gibi muhtemel etkileri hesaba katan metotlar kullanarak ülkelerin eğitim düzeylerindeki artışın gerçekten de ülke gelirine doğrudan olumlu etkisi olduğunu gözler önüne sermişlerdir.  Yapılan bilimsel çalışmalar göstermiştir ki, űlkeler arasındaki gelir farklarının önemli bir bölűmű yine ülkeler arasındaki eğitim farkı ile açıklanabilir. Diğer bir deyişle, eğer bir ülkenin çalışan nüfusu daha eğitimliyse, o ülkedeki kişi başına düşen gelir, az eğitimli diğer bir ülkeye nazaran daha fazla olacaktır.

Yine, bilimsel ekonomik çalışmalar göstermiştir ki, eğitim kalitesinin farkı da ülkeler arasındaki gelir farklarını etkiler. Eğer iki ülkenin çalışan nüfusu aynı eğitim düzeyine sahipse, fakat bu ülkelerden birinin  eğitim kalitesi  diğer ülkeye göre daha yűksekse, birinci ülkedeki kişi başına düşen gelir, ikinci űlkeye göre  daha yüksek olur.

Bűtűn bunlar şunu ifade eder: Bir űlkenin insanları daha çok ve daha kaliteli eğitim aldıklarında,  bu artan eğitim dűzeyinin o űlkede yaşayan insanların refahına  (kişi başı gelire) doğrudan etkisi vardır.

(Konunun devamı bir sonraki yazıda)