Aylık arşivler: Haziran 2015

“Parasız” Eğitimin Parasını Kim Ödüyor?

Dünyanın her ülkesinde, üniversite eğitimi alan kişilerin gelirleri lise mezunlarına göre çok daha yüksektir.  Üniversite eğitiminin bireylere getirisi, eğitim düzeyi düşük ülkelerde, gelişmiş ekonomilere oranla daha da yüksektir. Örneğin, ABD’de üniversite mezunlarının maaşları, lise mezunlarından %75 daha yüksek iken,  Türkiye’de, üniversite mezunlarının gelirleri, lise mezunlarının iki katından fazladır.  Diğer bir deyişle, üniversite eğitimi almak, bireyin geleceği açısından, getirisi çok yüksek olan bir ekonomik yatırımdır.

İnsana yapılan bu ekonomik yatırımın faydasını görenler, tabii ki üniversite eğitimini alan bireylerin kendileridir.  Öte yandan, her yatırım gibi, üniversite eğitiminin de bir maliyeti vardır.  Üniversitede yapılan araştırma-geliştirme çalışmaları, bilgi üretilmesi ve üretilen bilginin öğrencilere aktarımı  bu maliyeti oluşturur.  Bu maliyetin içinde üniversite hocalarının maaşları, laboratuvar ve bilimsel araştırmalara harcanan paralar vs. gibi kalemler vardır.

Üniversite eğitimi, pahalı bir üretimdir. Hele, dünya standardında bilgi üreten ve bu bilgiyi öğrencilere aktaran bir üniversite isterseniz, bunun maliyeti çok yüksek rakamlara ulaşır.  (Örnek olarak, bir üniversite, kimya dalında dünya çapında önemli araştırmalar yapabilecek ve evrensel bilgi birikimini artıracak kalitede bir Yardımcı  Doçent almak isterse kadrosuna,  sadece bu öğretim üyesinin laboratuvarı için bir milyon dolar harcamak durumundadır.) Tabii, her üniversite dünya çapında olmak zorunda değildir ve olamaz.  Fakat mütevazi, orta halli üniversitelerin bile işletme maliyetleri  yüksektir.

Türkiye’de devlet üniversiteleri parasızdır.  Bu demektir ki, devlet üniversitesine giden bir öğrencinin  KENDİSİNE yaptığı bu yatırımın maliyeti, halkın ödediği vergilerle karşılanmaktadır.

Bu da şu anlama gelir: Ahmet Bey’in oğlu Cemal üniversiteye bedava gitsin ve mezun olunca daha yüksek kazanç sağlayabilsin diye, emekli Ayşe Teyze, balıkçı Hasan Amca gibi  Türkiye’de vergi veren herkes, Cemal’in üniversite maliyetini  yüklenmektedir.

Burada önemli birkaç soru ortaya çıkmaktadır.

1) Bu işin balıkçı Hasan Amca’ya maliyeti nedir? 

2)  Ahmet Bey’in oğlu Cemal’in, para vermeden, Balıkçı Hasan’ın desteği sayesinde (Hasan’ın vergileri ile) üniversite eğitimi alması ve bu sayede mezun olduktan sonra gelir potensiyelini artırmasının  balıkçı Hasan’a faydası nedir?

3) Eğer Ahmet Bey zengin biri ise, oğlu Cemal’in balıkçı Hasan’ın vergileri sayesinde para vermeden üniversitede okuması doğru mudur?

4)  Bu sistemden daha adil, kaynakları daha doğru kullanan bir sisteme geçilebilir mi?

5) Bu sistem içinde üniversite eğitimi alan Cemal’in üzerine düşen kamu sorumluluğu var mıdır?

Bu soruların kısa cevaplarını verip, konunun devamını başka bir yazıya  bırakacağım.

1. Sorunun cevabı: Türkiye’nin iyi bir üniversitesinde bir öğrenciyi bir yıl eğitmenin maliyeti yaklaşık 50,000 TL’sıdır.  Dolayısıyla, bir öğrencinin dört yıllık üniversite eğitiminin maliyeti 200,000 TL’sıdır.  Mütevazi üniversitelerde bile dört yıllık eğitimin maliyeti yaklaşık 100,000 TL’sıdır.

Bu demektir ki, devlet üniversitelerinde para vermeden eğitim alan her öğrenciye (ve Ahmet Bey’in oğlu Cemal’e), halkın ödediği vergiler vasıtası ile en az 100,000 TL para  aktarılmaktadır.

Balıkçı Hasan Amca’nın ve emekli Ayşe Teyze’nin paraları bu şekilde Ahmet Bey’in oğlu Cemal için harcanmamış olmasaydı, başka ne şekilde kullanılırdı?

Tabii ki bu paranın alternatif kullanım alanları vardır. Ayşe Teyze’nin kasabasına yol yapmak için, veya emekli maaşını artırmak için;  balıkçı Hasan Amca’nın ihtiyacı olan balıkçı limanını yapmak için, ya da başka şekillerde kullanılabilirdi bu paralar.

Dolayısıyla, üniversitelerin “parasız” olmasının Ayşe Teyze’ye maliyeti, emekli maaşının olabileceğinden düşük olması, Hasan Amca’ya maliyeti ise ihtiyacı olan balıkçı limanına sahip olamamasıdır.

2) Üniversite eğitiminin, mezun olan öğrenciye maddi faydası, o öğrencinin mezun olduktan sonra emekli olana kadar kazanacağı gelir ile, lise mezunu olarak kalmış olması halinde kazanacağı gelir arasındaki  farkdır. Bu rakam Türkiye’de en kaba bir hesapla bile 600,000 TL’sından az değildir. Diğer bir deyişle, üniversite mezunları, emekli olana kadar, lise mezunu olarak kalmaları halinde elde edecekleri kazançlarından ortalama 600,000 TL daha fazla para kazanacaklardır.  Yani, üniversite diplomasının bireye getirisi en az 600,000 TL’sıdır.

 Başka bir açıdan bakacak olursak, balıkçı Hasan’ın Ahmet Bey’in oğlu Cemal’e yaptığı yatırımın sonucu olarak, Cemal 600,000 TL’lık ek kazanç sahibi olacaktır.

 Balıkçı Hasan, (ve vergi veren halk) kendisine maddi kazanç getirmeyen  bu yatırımı Ahmet Bey’in oğlu için neden yapsın?  Bu sorunun cevabı şudur: Cemal’in üniversite mezunu olması, Cemal’in kendisine doğrudan faydası olduğu gibi, dolaylı olarak balıkçı Hasan’a, Ayşe Teyze’ye ve toplumun diğer bireylerine de fayda sağlar. Çünkü, yüksek eğitimli bireyler toplumun  üretkenliğini artırırlar ve bu üretim artışından ortaya çıkan  gelir yükselmesi, toplumdaki diğer insanların da refahını artırır.  Ayrıca, bilimsel araştırmalar göstermiştir ki, ülkenin eğitim düzeyinin artması, ülkedeki kurumların kalitelerinin artmasına, demokrasi düzeyinin yükselmesine yol açar.  Kısaca, denizde yükselen dalganın sandalları sırtlaması gibi, ülkenin ortalama eğitim düzeyinin yükselmesi, ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmesini sağlar.

 Özetle, üniversite eğitimi, üniversiteden mezun olan bireylere maddi kazanç getirmenin yanısıra, toplumun geneline da fayda sağlayan bir ekonomik yatırımdır.  Bu yüzden, özellikle Türkiye gibi eğitim seviyesi düşük ülkelerde, halkın vergilerinin bir kısmının “insana yatırım” olarak, üniversite masrafını kendileri karşılayamayacak öğrenciler için harcanması doğru bir yatırım kararıdır.

3) Halkın, ödediği vergiler ile üniversite  öğrencilerinin eğitim maliyetlerini üstlenmesi genel olarak doğru bir yatırım olsa da, öğrenci başına ortalama 100,000 TL olan bu yatırım, HER öğrenci için mi yapılmalıdır?  Bu sorunun cevabı “Hayır”dır.

Üniversite öğrenim parasını karşılayabilecek mali durumu olan öğrencilerin okul paralarının vergiler tarafından ödenmesi, hiçbir ekonomik mantığı olmayan, kaynakları yanlış harcayan, ve gelir dağılımını bozan bir politikadır.

Türkiye’de uygulanagelen sistem, mali durumu ne olursa olsun, her bireyin devlet üniversitelerine parasız gitmesidir.  Yapılması gereken ise halkın vergilerinin mali durumu zayıf olan öğrencilere yatırım amacıyla kullanılması; öte yandan, üniversiteye gitmek isteyen ve eğitim maliyetini karşılayabilecek durumu olanların ise bu yatırımının maliyetini kendilerinin ödemeleridir. 

4) Bugünkü sistemde, zengin ya da fakir, her öğrenci üniversiteye parasız gitmekte, ve bu sebeple fakir bireyden zengine GELİR TRANSFERİ  olmaktadır. Bu durumu başka bir açıdan görmek için şöyle düşünebiliriz.  100,000 TL üniversite maliyetini cebinden verip çocuğunu üniversiteye göndermeye razı zengin bir ailenin çocuğu eğer üniversiteye bedava giderse, balıkçı Hasan Amca, kendisine gereken balıkçı limanına sahip olamama pahasına o çocuğu destekliyor demektir.

(Ideal çözüm, her üniversite öğrencisinin kendi okul maliyetini birey olarak  kendisinin yüklenmesi, ve kendi geleceğine yatırımı kendisinin yapmasıdır.  Bu sistemin oluşması için finans piyasalarının daha gelişmiş olması ve ev satın almak için verilen “mortgage” kredileri gibi, öğrencilere “üniversite eğitim kredisi” verebilmesi, özel sektör açısından kredi vermenin “riskli” olacağı öğrenciler için ise devletin düşük faizli kredi yaratması, (hiç bir şekilde kredi alamayacak durumda olan öğrencilere, ve teşvik edilmesi istenen branşlarda okumak isteyenlere karşılıksız burs vermesi) gerekmektedir. Kaynakları optimum kullanacak böyle bir sistemin detaylarını, muhtemel problemlerini, bunların nasıl çözülebileceğini başka bir yazıya bırakıyorum).

5)  Bugünkü sistemde, vergi veren vatandaşın parası ile üniversite eğitimi alan üniversite mezununun sorumluluğu nedir? Toplumun kendisine yaptığı bu yatırım sayesinde gelir potensiyelini ikiye katlayan üniversite mezununun, bu yatırımın bedelini geri ödeme yükümlülüğü  var mıdır? Böyle bir yükümlülük hukuken olmamakla birlikte, üniversite eğitimi alarak hayat boyu elde edeceği gelir toplamını en az 600,000 TL artıran bir kişinin, bu artan kazancının bir miktarını, kendisine bu yatırımı yapan topluma geri ödemesinin gerektiği düşünülemez mi?

 Örneğin, ABD’de üniversiteler bedava değil, paralı (ve pahalı) olmasına rağmen, üniversite mezunları, mezun oldukları okullara çok ciddi bağışlarda bulunmaktadırlar

ABD’ de sadece 2014 yılında üniversitelere bireyler tarafından yapılan bağışlar 38 MILYAR dolardır. (ABD’de 25 yaş üzeri her üç kişiden birinin üniversite mezunu olması, ve ABD’de kişi başına gelirin yüksek olmasının bu rakamın büyüklüğüne  etkisi vardır. Fakat yine de bu, büyük bir rakamdır.)

Türkiye’de de üniversite mezunlarının, vergi veren vatandaşlar tarafından kendilerine yapılmış olan yatırımın  maliyetini bir ölçüde de olsa geri vermeyi düşünmelerinde, hem mezun oldukları üniversite için, hem kendilerinden sonraki kuşaklar için, hem de kendileri açısından fayda vardır.

Bu hareketin nasıl başlatılabileceğini ve bireylerin mezun oldukları universitelere bağış yapmalarının neden kendilerine de fayda sağlayacağını bir sonraki yazıya bırakıyorum.

 Twitter: @NaciMocan

Beşiktaş’ın Penaltısı, Hukuk Devleti, ve Ekonomik Büyüme

Son onbeş yılda yapılan bilimsel ekonomik araştırmalar göstermiştir ki, ülkelerin hukuk sistemlerinin bağımsızlığı, mahkemelerin tarafsız ve adil olması ülkelerin ekonomik gelişmeleri için çok önemli bir etkendir.

Ülkeler arasındaki ekonomik refah farklılıklarını açıklayan bir çok faktör olmakla birlikte (örneğin, ülke işgücünün eğitim düzeyi, piyasaları düzenleyen kanunların yapısı,  vergi oranlarının düzeyi, kadınların işgücüne katılım oranı, vs. gibi),  bir ülkenin yargı sisteminin bağımsız ve tarafsız olması o ülkedeki ekonomik gelişmeyi sağlayan önemli bir etkendir. Sofistike ekonometrik modellere dayanan bu bilimsel çalışmaların (basitleştirilmiş) özü, aşağıdaki grafikte görülebilir.  Bu grafikte Dünya üzerindeki her ülke bir nokta olarak belirtilmiş, ve her ülkenin 2013 yılındaki kişi başı milli geliri ile (Amerikan dolari olarak)  aynı ülkenin adalet sisteminin (mahkemelerin)  bağımsızlık ölçüsünü gösterilmiştir.

Yargi

Yargının bağımsızlığının ölçüsü,  o ülkedeki mahkemelerin politikacılar, hükümet, firmalar, ya da herhangi başka bir grup tarafından baskı ve etki altına alınıp alınmadığının, yönetilip yönetilmediğinin, yargı kararlarını belirleyip belirlemediğinin göstergesidir. Sıfır ile 10 arasında değişen bu endeksin değerinin bir ülke için 10 olması, o ülkenin adalet sisteminin tamamen özerk ve kanunlarının tarafsız bir şekilde uygulanıyor olması anlamına gelir.  Endeksin değerinin düşük olması, o ülkenin adalet sisteminin bozukluğunu gösterir.

Grafikte görüldüğü üzere, bir ülkenin mahkemelerinin bağımsızlığı ile o ülkenin ekonomik açıdan gelişmesi (kişi başına gelir) arasında pozitif ilişki vardır: Yargı sistemi bağımsız ve adil olan ülkeler, ekonomik olarak gelişmiş ülkelerdir.

Bunun temel sebeplerinden birisi şudur.  Hukuk sisteminin adaletli olmadığı, kanunların her bireye eşit şekilde uygulanmadığı, bireylerin ekonomik ve sosyal haklarını mahkemeler yolu ile arayamadıkları bir sistemde, adaletin belirsizliği yüzünden, ekonomik aktörler arasında kontrat yapmak zorlaşır; adaletin belirsiz olduğu bir sistemde ekonomik yatırımın riski yükselir ve yatırımlar azalır.

Kanunların kime, nasıl uygulandığının belli olmadığı bir ülkede, ekonomik aktörler (yatırımcılar, firmalar, çalışanlar, işverenler) aralarında oluşabilecek anlaşmazlıkları mahkemelerin tarafsız olarak çözeceğine inanmazlarsa, ekonomik faaliyetler  ve yatırımlar yavaşlar.

Bunun tersine, ekonomik aktörler yargı sistemine güven duyarlarsa, tarafsız mahkemelerde haklarını arayabileceklerine inanırlarsa, o ülkenin ekonomik faaliyetleri artar ve ülke refahı yükselir.

Grafikte görüldüğü üzere, Türkiye, adalet sisteminin bağımsızlığı açısıdan çok kötü bir durumdadır.  Türkiye’nin Yargı Bağımsızlığı notu (2012 yılı itibariyle), 10 üzerinden 4’tür.  Notu bizim civarımızda olan ülkeler, Vietnam (3.9), Fas (3.9), Meksika (3.9), Kazakistan (4.0) Mısır (4.1), Swaziland (4.1)’dir.

Yargının bağımsızlığının Türkiye’den ilerde olduğu ülkeler arasında Brezilya (4.8), Pakistan (5.1), Ürdün (5.7), Malezya (5.9), Malta (6.3) gibi ülkelerin olduğunu görmek, Türk Adaleti’nin içinde bulunduğu zayıf durumu ortaya çıkartmaktadır.

 

 Türk Adaleti’nin zayıflığı ve Beşiktaş’ın Penaltısı

Bir ay kadar önce, bir Pazar gecesi televizyondaki bir futbol programında o hafta Beşiktaş futbol takımının oynadığı maçta ortaya çıkan bir penaltı pozisyonunun tartışılmasına şahit oldum.  Programı yöneten kişinin anlattığı detaylara göre, pozisyon Beşiktaş lehine bir penaltı idi, fakat hakem görmeyip, penaltıyı vermemişti.  Programa katılmış olan ve Beşiktaş taraftarı olmadıkları belli olan iki kişi ise, bir takım tuhaf mazaret ve açıklamalar yolu ile, bariz penaltı olduğu anlaşılan bu pozisyonda, penaltının bazı durumlarda verilmeyebileceğini anlatma çabası içinde idiler. Ayrıca, programın yöneticisi, Galatasaray ve Fenerbahce taraftarlarının bu bariz penaltıya itiraz eden Twitter mesajları attıklarını belirtti.

Bir futbol takımının taraftarı, oyunun kurallarını görmezden gelerek, kendi tuttuğu takıma fayda sağlamak amacı ile rakip takımın penaltısına “evet, bu penaltıdır” demez ise, ertesi gün kendisinin doğrudan taraf olduğu bir konuda anlaşmazlığı çözmek ile yükümlü bir mahkemenin kanunları ihmal ederek taraflı bir karar vermesine itiraz etme hakkını bulamaz.  Cünkü, adalet her koşulda ve her ortamda adalettir.  Adalet duruma göre, ortama göre, keyfe göre uygulanmaz.  Bağımsız ve tarafsız adalet, koşullar ne olursa olsun, kuralları gözü kapalı uygulamak, sonuçları ne olursa olsun uygulamak demektir.

Kurallar ve kanunlar ne olursa olsun, kuralları çiğneyerek ve “ne pahasına olursa olsun,”  “haksızlık yaparak,” “başkasının hakkını çalarak” kendine fayda sağlamak bir toplumda normal hale (norm haline) gelmeye başlamış ise, o toplumda insanların birbirlerine ve sisteme güvenleri azalır; ve böyle bir toplumda yargının  kuvvetli ve adil olmasi beklenemez. Cünkü bireylerin hukuk sisteminden böyle bir talebi  ve beklentisi yoktur.  Talep edilen “adil karar” değil, “kendi lehine” karardır.

Bu durumda akla gelen soru sudur: Türkiye’nin  Yargı Bağımsızlığı Notu’nun 10 üzerinden 4 olmasının sebebi Türk toplumu mudur?

Verimli ve dinamik bir ekonomik sistemin en önemli ozelliklerinden biri rekabettir. Işçilerin rekabeti, firmalarin rekabeti, fikirlerin rekabeti en kaliteli üretimin en verimli şekilde ortaya çıkmasına neden olur.  Rekabet ortamını düzenlerken önemli iki faktör, bireyler arasında “fırsat eşitliği” yaratmak ve “haksız rekabet”in önünü kesmektir.   Eğer bir toplumun bireyleri kendi çıkarları için, başkasına haksızlık yapmayı (haksız rekabeti) normal kabul ederlerse, o toplumun hukuk sisteminin de buna uyum gostermesi ve zaman içinde çürümesi olağandır.

Öte yandan, madalyonun bir de öbür yüzü vardir.  Yine son yıllarda yapılan bilimsel ekonomik araştırmalar göstermiştir ki, bir toplumun haksız rekabeti ve yolsuzluğu tasvip  ve tercih etme sebeplerinden biri, o ülkedeki hukuk sisteminin zayıflığıdır.

Diğer bir deyişle, toplumun yolsuzluğa müsamahakar tavrı adalet sisteminin kalitesini etkilemekle birlike, adalet sisteminin zayıflığı da toplumun tavrını ve tercihlerini etkilemektedir.   Mahkemelerin bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiş olduğu bir toplumda adalet sistemine güven kaybolduğu için, “kuralları belli olmayan” böyle bir toplumda bireylerin kendi başlarının çaresine bakmaları, ve “her ne pahasına olursa olsun,”  “haksızlık yaparak,” “başkasının hakkını çalarak” kendilerine fayda sağlamaya çalışmaları normaldir.  Bu sonucu ortaya cıkaran bir dizi akademik makaleden biri, Avrupa ülkeleri arasında hukuk sisteminin daha kötü olduğu ülkelerdeki insanların evrak sahtekarlığına, hırsızlığa ve yolsuzluğa eğilimlerinin daha fazla olduğunu göstermiştir.

Ozet olarak, toplumun hırsızlığı, haksızlığı, hak yemeyi, haksız rekabeti hoş görmesi  ve benimsemesine yol açan sebeplerden biri, o toplumun hukuk sistemindeki bozukluktur. Ote yandan, toplumun bu tavrı da hukuk sisteminin çürümesine destek vermektedir.  Bunun  sonucu da, Türkiye için, grafikte görüldüğü uzere, düşük kaliteli hukuk sistemi ve düşük gelir seviyeli bir dengenin oluşmuş olmasıdır.

Bu çıkmazdan nasıl sıyrılılır?  Cıkış yolunun  başlangıç noktası, yargı sisteminin bağımsızlığını sağlamak ve toplumu “her bireyin, –kim olursa olsun–, ülke kanunları önünde gerçek anlamda eşit olduğu,” adaletin bir insan hakkı olduğu,  toplumun ekonomik ve sosyal ilerlemesi icin bağımsız yargı sisteminin temel zorunluluk olduğu konusunda inandırmak, ve yargının adil ve bağımsız olma doğrultusundaki değişimin geçici değil, kalıcı olduğu konusunda toplumu ikna etmek gerekir.

Aynı zamanda, bireylerin kendi davranışlarının sorumluluğuna sahip çıkarak, günlük hayatta “haklının yanında olmaları” ve kendi çıkarları ile ters düşse bile “doğruya doğru demek”  yönünde davranmaları ve çevrelerine örnek olmalarının yüksek etkisi olacaktır.

Bu değişikleri yapamazsak, Türkiye’nin yukardaki grafikte işaretlenen yerinden oynaması kolay olmayacaktır.

Twitter: @NaciMocan