Uruguay Kaldırımları, Kuru Kalabalık ve Tűrkiye’nin Yanlış Hedefi

Geçen ay, bir konfesansın açılış konuşmasını yapmak için Uruguay’ın başkenti Montevideo’daydım bir kaç gűn için. Uruguay, orta gelirli bir Latin Amerika űlkesi. Kişi başına gelirleri $16,000 (Tűrkiye’de kişi başı gelir yaklaşık $10,000). Montevideo’ya konferans başlamadan bir gűn önce giderek şehri görme fırsatım oldu.

Aşağıdaki fotoğrafı, kaldığım otelin yakınında, şehrin en gűzel en semtlerinden birinde çektim. Dikkatinizi çekmek istedigim nokta, kaldırıma döşenmiş olan taşların yerlerinden oynamış olmaları.

MOntevideo_1

İkinci, otobűslű fotoğraf, aynı kaldırımın 200 metre ilersindeki durumunu gosteriyor. Burada durum daha da kötű. Kaldırım taşlarının ötesinde, alttaki beton da kalkmış, ve yerini toprağa bırakmış.

Montevideo_2

Montevideo’yu bırakıp Istanbul’a dönelim. Aşağıdaki resim, Istanbul’un en gözde semtlerinden Kadıköy, Çiftehavuzlar’da Bağdat caddesi űzerinde çekildi. Montevideo kaldırımlarındaki problemin aynısı Istanbul’da da var. Çok iyi bildiğimiz űzere, Tűrkiye’de de kaldırım taşları yerinde durmaz; yapıldıktan űç ay sonra yerinden oynar, kırılır, ve yerini toz, toprak ve çamura bırakır.

Ist_1(Fotoğraf: Levent Őzsoy)

Gelir dűzeyi yűksek űlkelerde bu durumu göremezsiniz. Daha da enteresanı, bir űlkenin kişi başına gelirini yaklaşık olarak tahmin etmek için o űlkenin kaldırımlarına bakabilirsiniz. Kişi başına gelirin Tűrkiye ve Uruguay’dan da dűşűk olduğu űlkelerin şehirlerini ziyaret ederseniz (örneğin Moğolistan’in başkenti Ulanbatur), kaldırımların delik-deşik hali daha da vahimdir.

Peki bu durumun sebebi nedir? “Dűşűk gelirli űlke insanları, yaşadıkları çevrenin kalitesine önem vermiyorlar, ve kaldırımların ne durumda olduğu bu insanların öncelikli sorunu değil” denebilir. “Dűşűk gelirle yaşama çabası içinde olan insanlar için, kaldırımlara para harcamak bir lűkstűr” de denebilir.

Őte yandan, kaldırımları bozulacak ya da bozulmayacak şekilde yapmak fiyat açısından farklı değildir. Çimento her yerde aynı çimento ve yaklaşık aynı fiyata; kaldırıma döşenen taş da her űlkede aşağı yukarı aynıdır ve birim maliyetleri farklı değildir. Őyleyse, kalite farkını yaratan, Istanbul ve Montevideo kaldırımlarının 6 ay içinde bozulmasına sebep olan faktör nedir?

Bu faktör, işçi kalitesidir. Gerek Tűrkiye’de, gerek Uruguay’da ve diğer gelişen űlkelerde ve gerekse gelişmiş űlkelerde kaldırımlar vasıfsız işçiler tarafından yapılır. Fakat, Tűrkiye’de ve Uruguay’da kaldırımı yapan işçinin eğitimi ortalama 6 ya da 7 yıl iken, gelişmiş űlkelerde aynı işi yapan vasıfsız işçi 10-12 yıl okula gitmiştir.

Okuma-yazması olan fakat temel bilimsel eğitim almamış, bilimsel metot ve sebep-sonuç ilişkisi nedir bilmeyen, gűzel sanatlardan habersiz işçileri ne kadar zorlayıp denetleseniz de, kaliteli iş yaptıramazsınız.

Bunun bir önemi var mıdır?

“Yerinden oynayan kaldırım taşlarını 6 ay sonra tamir ederiz. Bir altı ay sonra bir daha tamir ederiz. Her altı ayda bir kaldırımları yeniden yaparız. Böylece, bu vasıfsız işçilere de istihdam yaratırız” diye dűşűnmek yanlış mıdır?

Bu dűşűnce, birden fazla sebep nedeniyle, yanlıştır. Birincisi, bir kerede ve kalıcı olarak yapılacak işi, űç kerede yaparsanız, o işin maliyetini űç misline çıkarmış olursunuz.

İkinci ve daha önemli nokta şudur: Kaldırımları doğru-dűrűst yapamayan işçilerin temsil ettiği o toplumun ortalama insanı, diğer űlkelerin çalışanları ile rekabet etmekte zorlanır.

Eğer işçi, yaptığı işin yanlış ya da eksik olduğunu anlayamazsa, kendisine verilen direktifleri takip edemez, işi yaparken pratikte karşısına çıkan űretim problemlerini farketmekten ve çözmekten aciz olursa, yapılan iş ne olursa olsun (inşaat, tekstil, turizm hizmeti, ya da herhangi baska bir űretim), o işçinin ortaya çıkardığı űrűn, kalite ve maliyet olarak Dűnya ile rekabet edemez.

Çok önemli, fakat farkedilmesi zor olan bir husus, Dűnya emek piyasalarının giderek entegre olduğudur. Finans piyasalarının entegre olduğu daha gözle görűlűr bir durumda iken, emek piyasalarının entegresi görűlmesi zor bir şekilde ilerlemektedir. Her çalışan insanın Dűnya’nin başka yerlerindeki işçilerle, farkında olmadan rekabet ettiğinin farkına varmak kolay değildir. Fakat, buğday tarımında çalışan ilkokul mezunu Tűrk çiftçisi, kendisinden daha eğitimli ve verimli Amerikan çiftçisi ile rekabet etmektedir farkında olmadan. Bundan 15-20 yıl öncesine kadar Istanbul ve Gaziantep’te imal edilerek ihraç edilen Tűrkiye’ye özel olduğu dűşűnűlen bakır cezve, bakır tencere, pirinç kahve değirmenlerini şimdi Fransız işçiler daha kaliteli ve daha ucuza yapıyorlarsa, Tűrk bakır ustası, Bakırcılar Çarşısı’ndaki dűkkan komşusu ile değil, Fransız bakır işçisi ile rekabet ediyor demektir.

Tűrk çalışanının “beşeri sermayesi” daha űretgen olmaya (kalite ve miktar açısından) yetmiyorsa, bu rekabette yenilmemek, bu yarışı kaybetmemek műmkűn değildir.

Bu uluslarasası yarışın her geçen gűn biraz daha gerisinde kalan bir űlke ne yapar?

1) Kendi insanının bu yarışta neden geri kaldığını sorgulamadan, űretkenliği dűşűk vatandaşlarının bu dűşűk űretkenlikleri sonucunda ortaya çıkmış olan dűşűk űcretlerini yapay bir şekilde telafi etmeye calışır. Bu nasıl yapılır? Dűşűk eğitimli ve dűşűk verimli insanların normal olarak dűşűk olan űcretlerine devlet takviyesi yapılır (para ya da gıda vs. yardımı olarak). Ayrıca, dűşűk űretkenlikten dolayı yűkselmiş olan űretim maliyetlerinin yapay bir şekilde űstű örtűlűr (sűbvansiyeler ve fiat teşvikleri ile). Bu çözűmlerin uzun vadede kalıcı olamayacağı göz ardı edilir.

Ya da:

2) Űlkenin liderleri, bu yarışta başarılı olmanın ve űlke insanının refahını yűkseltmenin tek yolunun, çalışanların űretkenliğini Dűnya ile rekabet edecek dűzeye getirmek olduğunu farkederler. Bunun yolunun ise, űlke insanının eğitim dűzeyinin ve eğitim kalitesinin yűkselmesi olduğunu görűrler.

Tűrkiye bu seçeneklerden hangisini seçmiştir dersiniz?

Tűrkiye’nin Tuhaf Hedefi:

Bazı politikacılar, Tűrkiye’nin hedefinin, önűműzdeki 20-25 yıl içinde Dűnya’nin en bűyűk 10 ekonomisi içine girmek olduğunu belirtiyorlar. Bu hedefin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tartışılırken, bunun doğru hedef olup olmadığı tartışılmıyor.

Dűnya’nın ilk 10 Ekonomisi arasına girme hedefi yanlış, ve  Tűrkiye için zararlı bir hedeftir. Çűnkű, bir űlke insanının refah dűzeyi, o űlke ekonomisinin bűyűklűğű ile ölçűlmez. Űlkedeki insanların refahı, o űlkede kişi başına dűşen gelir ile ölçűlűr.

İki űlke dűşűnűn: Birincisi űlkede 70 kişi yaşıyor, ve kişi başına gelir 100 dolar olsun. Dolayısıyla, bu űlkenin toplam milli geliri (ekonomisinin boyutu) 7,000 dolardır. İkinci űlkede 100 kişi yaşasın, ve bu űlkede kişi başı gelir 80 dolar olsun. Bu durumda, ikinci űlkenin ekonomisinin boyutu 8,000 dolardır. İkinci űlkenin ekonomisi daha bűyűk olmakla birlikle, ikinci űlke insanı birinci űlkenin insanından fakirdir.

Bu basit örneğin gösterdiği űzere, Dűnya’nın 10. ya da 15. bűyűk ekonomisi olmak o űlke insanının refahının göstergesi değildir. Daha çarpıcı olarak görmek istiyorsak, kendimize şu soruyu soralım: Hindistan’da mı yaşamak istersiniz yoksa İsviçre’de mi?

Hindistan, alım gűcűne göre ayarlanmış rakamlarla, 7 trilyon dolara yakın toplam gelir ile Dűnya’nın en bűyűk űçűncű ekonomisidir. İsviçre ise toplam sadece 600 milyar dolar civarı yıllık gelire sahiptir. Őte yandan Hindistan’da kişi başına gelir $5,000 iken, ortalama İşviçreli $56,000 gelir ile ortalama Hintli’den on kat zengindir.

Tűrkiye şu anda geleceğini İsviçre değil, Hindistan rotasına çevirmiş durumdadır. Nedeni de şudur. Tűrkiye’nin yıllık nűfus artışı, yűksek bir oran olan binde 12’dir. Dolayısıyla, Tűrkiye nűfusu her yıl bir milyon kişi artmaktadır. Bu nűfus artışını daha da hızlandırmak için aileler teşvik edilmektedir.

Hızla artması istenen bu nűfusun eğitimini ve űretkenliğini artırmaya yönelik bir çaba yoktur. Bu durumda 15-20 yıl sonra ortaya çıkacak olan durum şudur: Tűrkiye’de az eğitimli, az űretken ve dolayısıyla az gelire sahip kuru bir kalabalık oluşacaktır. Bu kuru kalabalıktan oluşan işgűcű dűşűk űcretlerle çalışmaya mahkum, işsizlik oranı yűksek ve bu tuzaktan çıkışı műmkűn olmayan bir insan kűtlesi haline gelecektir.

Yapılması gereken nedir?
1) Nűfus artış oranının yűkselmesi değil, dűşmesi gerekir.
2) Kadınların iş gűcűne katılmasını sağlayacak maddi ve manevi teşvikler uygulamak gerekir. Her dört kadından sadece birinin çalıştığı bir toplum ekonomik olarak gelişemez.
3) Bilimsel metodu bilen, doğru analiz yapabilen, bilgi űretebilen, bilgiye ulaşmayı ve bilgiyi kullanmayı beceren, Dűnya ile rekabet edebilecek eğitim, ve kűltűr donanımına sahip işgűcű yaratmak gerekir. Bunun için:

Çalışma yaşındaki insanların eğitimini ve űretkenliğini yűkseltmek için Dűnya standardında, ve 21. yűzyılın modern bilimsel eğitimin metoduna dayalı bir eğitim tedrisatını gerçek anlamda, kesintisiz 12 yıl sűreli olarak, űlkenin her yerinde uygulamaya geçirmek gerekir.

Eğitim kalitesini artırmak için űretken ve yaratıcı insanları öğretmenlik mesleğine çekmek gerekir. Bunun için de öğretmenliği maddi açıdan cazip hale getirmek, ve aynı zamanda, öğretmenlere (bazı űlkelerde yapıldığı gibi) öğrenci başarısına endeksli prim sistemi getirmek gerekir.

Űlkenin kısa vadede ihtiyacı olan eğitimli iş gűcűne katkı yapmak amacıyla, lise ile űniversite arası köprű görevi görecek olan, lise mezunlarının kabul edileceği 2 yıllık ön-lisans okullarını yaymak gerekir.

Orta yaş grubunda olan ve istihdam ve iş tecrűbesine sahip fakat dűşűk eğitimli iş gűcűnűn verimliliğini artırmak için, yeni beceriler öğretmeye (re-tooling) yönelik, iş saatleri dışında gidilecek eğitim programlarını başlatmak gerekir.

Sonuç olarak, bűtűn bunların ötesinde sorulması gereken temel soru, nereye gittiğimizin farkında olup olmadığımızdır.

 

Uruguay Kaldırımları, Kuru Kalabalık ve Tűrkiye’nin Yanlış Hedefi” üzerine bir yorum

  1. Söylediklerinize %100 katılıyorum. Çok sade, açık ve anlaşılır bir dille yazmışsınız. Gerçi anlayana sivrisinek saz … Belki bir kaç temel şey daha eklenebilir. Örneğin biraz daha detaya girip mesleki ve teknik eğitimi programlarken ülkenin çıkarları ve temel hedefleri doğrultusunda “planlama ve program” yapmak gibi. Bir de rekabet edebilirlik için belirli doğru temel hizmet ve endüstriyel sektör kolları seçip bu konularda ilerlemek gibi. Yenilenebilir enerjiler ve havacılık sanayii olabilir örneğin. Ancak otomotiv gibi bütün dünyada artık olgunluğa ulaşmış bir dalda “tamamen yerli tasarım/üretim bir otomobil yapacak babayiğit arıyorum” demek hiç ama hiç akılcı değil. Sadece duygusal, aslında kurnazca (?) bir siyasi yaklaşım. Bazı çevre ve kişilerce dile getirilen “her ” değil “belirli bir kaç” dalda dünya markası olup çok yüksek verimlilik (ve tabii karlılık oranı) ile üretmek. Sony (Japon), IBM (ABD), PHILIPS (Hollanda), SAMSUNG (Güney Kore, IBM den sonra en çok patent alan şirket). Biz neden örneğin elektrikli otomobil dalında (dünyadakilerden daha ileri bir akü teknolojisi geliştirerek) 1 numaralı üretici olmayalım ?
    Bunlar çok ütopik ve yapılamaz gelmemeli …

Tamer ÖZCAN için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>